Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Gıda Kontrol Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından Tarım ve Orman Bakanlığı, Afyonkarahisar Valiliği, Afyonkarahisar Sanayi ve Ticaret Odası (ATSO) katkılarıyla düzenlenen “Türkiye’de Gıda Güvenilirliği Çalıştayı” Korel Termal Otelde başladı.

Çalıştayın açılış törenine Afyonkarahisar Valisi Gökmen Çiçek, Tarım ve Orman Bakanlığı Bakan Yardımcısı Ayşe Ayşin Işıkgece, Afyonkarahisar Milletvekilleri Prof. Dr. Veysel Eroğlu ve İbrahim Yurdunuseven, Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcısı Fatih Karabacak, Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi (AFSÜ) Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş, ATSO Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Serteser,  Afyonkarahisar Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Mühsürler, AKÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Şuayıp Özdemir ve Prof. Dr. Yılmaz Yalçın, AKÜ Genel Sekreteri İhsan Ceran ile birlikte il ve üniversite protokolünün yanı sıra akademisyenler, sektör temsilcileri ve öğrenciler katıldı.

Çalıştayın açış konuşmasını yapan AKÜ Prof. Dr. Mehmet Karakaş, dünya nüfusunun hızlı artışının köyden kente göç ve kentleşen köyler ile birlikte beslenme; fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutlar kazanarak gün geçtikçe önemli hale geldiğini belirtti. Karakaş, “Doğal yaşamdan uzaklaşan toplumlar için endüstriyel gıdalar, beslenmenin önemli bir kaynağı olmaktadır. Gıda üretiminin endüstriyelleşmesi ise gıda hijyeni konusunda ortaya çıkan endişelerin kaynağını oluşturmaktadır” dedi.

“Gıda güvenliğinde bağımsız bir yaklaşım gerekiyor”

Taklit ve tağşişin her geçen gün önemini arttırarak güncelliğini koruduğunu ifade eden Karakaş, beslenme ve insan sağlığını doğrudan ilgilendirmesi nedeniyle taklit ve tağşişin, toplumun tüm kesimlerini ilgilendirdiğini ifade etti. Karakaş, şöyle konuştu:

“Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan, ‘gıdaya ulaşım hakkının insanın en temel hakkı olduğu‘ şeklinde başlayan ve gıda güvencesine vurgu yapan ifade; Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) 2001 yılı raporunda, “insanların, sağlıklı yaşam için gerekli olan besin ihtiyaçlarını ve gıda önceliklerini karşılayabilmek amacıyla yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan sürekli erişebilmeleri” olarak evrilmiş ve günümüzde kullanılan gıda güvenliği tanımı ortaya çıkmıştır. Doksanlı yılların hemen başında Gıda ve Tarım Örgütü ile Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) desteğiyle düzenlenen ‘1. Uluslararası Beslenme Konferansı’nda, her bireyin sağlıklı ve beslenme açısından yeterli gıdaya erişebilmesinin temel bir hak olduğu vurgulanmıştır. Aynı yıl düzenlenen ‘BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda ise ülkelerin gıda güvenliğini tehdit eden unsurlara karşı acil önlem almaları gerektiği uyarısı yapılmıştır. 2000 yılında Dünya Sağlık Asamblesi, gıda güvenliğinin hayati bir kamusal sorumluluk olduğunu kabul eden bir karar almıştır. 1996 ve 2002 yıllarında yapılan Dünya Gıda Zirvelerinde de insanların güvenli gıdalar tüketebilmesi gerekliliğine vurgu yapılmıştır.”

Güvensiz gıdalar, 200’den fazla hastalığa neden oluyor

Gıda konusunda yaşanan haksız rekabet ve sahteciliğin, durumu açıklamak için yeterli olmadığını anlatan Karakaş, bu konunun aynı zamanda insan sağlığı problemlerini de gündeme getirdiğini vurguladı. Karakaş, “Bu konunun tarafsız bir şekilde ele alınması, insan sağlığının korunması yanında firmaların yıpratılmaması açısından da büyük önem taşımaktadır. Konuyla ilgili bağımsız bir yaklaşım, hem halk sağlığı hem de sektör lehine sonuçlar ortaya koyacaktır.” diye konuştu. Yeterli miktarda güvenli ve besleyici gıdaya erişimin, yaşamı sürdürmenin ve sağlığı korumanın anahtarı olduğuna işaret eden Karakaş, “Konuyla ilgili istatistikler göstermektedir ki; zararlı bakteri, virüs, parazit veya kimyasal madde içeren güvensiz gıdalar, ishalden kansere kadar 200’den fazla hastalığa neden olmaktadır. Dünyada yaklaşık olarak 10 kişiden 1’i bulaşmış yiyecekleri yedikten sonra hastalanmakta ve her yıl 500 bin kişi bu sebeple hayatını kaybetmektedir” dedi.

Gıda kaynaklı hastalıklar, ulusal ekonomilere zarar veriyor

Gıda kaynaklı hastalıkların, sağlık sistemlerini zorlayarak ulusal ekonomilere zarar verdiğinin ve sosyoekonomik gelişimi engellediğinin altını çizen Karakaş, şöyle devam etti: “Aynı zamanda bu hastalıklar, kamunun sağlık harcamaları açısından da oldukça büyük bir yük oluşturmakta ve sağlık hizmeti harcamalarını ciddi oranda artırmaktadır. Kontrol altına alınamadığında ülkelerin bütçelerinde önemli açıklar oluşmaktadır. Bu bağlamda gıda güvenliği konusu, gıdanın tüm paydaşları ile geniş perspektifte, detaylı bir şekilde incelenmesi gereken önemli bir sorundur. Gıda güvenliği; hükümetler, daimi devlet otoritesi, çiftçiler, gıda üreticileri, işleyicileri, toptancılar, bayiler, perakende satış noktaları ve tüketiciler dâhil gıda alanında rolü olan her bileşenin ortak sorumluluğudur. Gıda piyasasının tüketicilere daha bilinçli bir şekilde hizmet verebilmesi için donanımlı elemanlarla yapılan kontroller gıda güvenliğinin devamlılığı açısından bir güvence niteliğindedir.” Karakaş, gıdada güvenilirliğin, bireysel ve toplumsal sağlığın sağlanabilmesi büyük önem arz ettiğini belirterek, çalıştayın özellikle kırmızı et ve kanatlı hayvan sektörlerinde Türkiye’nin önde gelen gıda şehirlerinden olan Afyonkarahisar’da düzenlenmesinin de çalıştaya ayrı bir önem ve anlam kattığını sözlerine ekledi.

“2030 yılından itibaren kuraklık sıkıntısı var”

Afyonkarahisar Milletvekili İbrahim Yurdunuseven ise çalıştayda hem Türkiye hem de Afyonkarahisar için çok önemli konuların ele alınacağını ifade etti. Yurdunuseven, “Ben özellikle bitkisel üretimde gıda güvenilirliği denildiğinde, tohumun ve gübrenin tarlaya atıldığı andan itibaren yapılan tarımsal ilaçlara, hayvansal gıdalarda dünyaya geldiği andan, nakliyesine, büyümesine, gerekli ilaçların yapılmasına, sunumuna ve tüketimine kadar olan süreyi bir bütün olarak düşünmek istiyorum. Gerçekten tarlaya atılıştan tüketicilere ulaştığı son noktaya kadar çok önemli bir konu. Bu, tüm dünya için çok önemli. Biliyorsunuz 2030 yılından itibaren kuraklık sıkıntısı öngörülüyor. Aslında verilere göre 2050 yılından itibaren ciddi mavi su savaşları başlayacak. Burada gıda temininin güvenilirliğini de düşünmek lazım” diye konuştu.

Afyonkarahisar Milletvekili Prof. Dr. Veysel Eroğlu ise Afyonkarahisar’ın gıda üretim merkezi olduğunu söyledi. Eroğlu, “Et, kanatlı, yumurta sektörlerinde bilindiği gibi Afyon bir marka. Ayrıca sucukta gerçekten bir marka. Patates ve haşhaş özellikle teknolojik seralarda çok önemli mesafeler kat etti. Tıbbi aromatik bitkilerde muhteşem bir çalışma başladı. Afyon hakikaten lezzetin, gıdanın başkenti. Hatta bilindiği gibi UNESCO tarafından özellikle lezzet şehri olarak Türkiye’de üç şehir; Hatay, Gaziantep ve Afyonkarahisar şu anda lezzet şehri olarak anılıyor” dedi.

Çalıştayların çok önemli olduğunu vurgulayan Eroğlu, konuşmasına şöyle devam etti:

“Burada yapılan birkaç çalıştaydan bahsetmek istiyorum. Ben bakan iken jeotermal kaynaklar ile alakalı çok büyük bir mesele vardı. Bütün tarafları; bilim adamları, kamu kurum ve kuruluşlarını toplayarak burada jeotermal kaynaklar ve bunların reenjeksiyonu konusunda toplantılar yaptık. Neticede çok büyük fayda sağlandı. Şu anda Afyonkarahisar’da AFJET muhteşem bir verimlilikte çalışıyor. Eskiden ısıtma için tamamen jeotermal su binalara kadar gider gelirdi. Biz bunu tamamen değiştirdik. Sürtünmesi az borularla sıcak su devir daim yapıyor, jeotermal suyu reenjekte ediyoruz. İşte çalıştayın bereketi bu. İkinci olarak ise Tıbbi Aromatik Bitkiler Çalıştayı yaptık. Bu çalıştay, öyle bir farkındalık meydana getirdi ki, şu an da TBMM’de Araştırma Komisyonu kuruldu ve bu çalışmalar neticesinde farkındalıklar arttı. Afyonkarahisar’da da üretim seferberliği başladı. Daha önce 150 milyon dolarlık ihracat yapılırken şu anda bu rakam 1,5 milyar dolara çıktı. İşte bu da çalıştayın verimi. Üçüncü çalıştay ise Afyonkarahisar ‘da, iş adamlarına söylediğim gelin burada teknolojik sera kuralım fikriydi. Herkes, Afyon soğuk bölge bu bölgede seracılık olmaz dedi. Fakat bir tanıdığımı getirdim ve bir seferberlik başladı. Sırf Sandıklı’da yaklaşık bin 500 tane kadın istihdamı sağlanan muhteşem bir seracılık Afyonkarahisar merkezde ve Çobanlar’da bir seferberlik başladı. Şu anda Afyonkarahisar’ın domatesleri, biberleri bütün dünyaya ihraç ediliyor. Yani bazı kabukları kırmak lazım. Olmaz diye bir şey yok.”

Taklit veya tağşişin de kabul edilemez olduğunu vurgulayan Eroğlu, şunları kaydetti:

“Bunun için çok iyi bir denetim gerekir. Ama şunu da fark ediyoruz, Afyonkarahisar’da fabrikalarda kendi içinde muhteşem bir denetim sistemi var. Taklit yapıldığında bana göre sahtekârlık yapılıyor, kalpazanlık yapılıyor demektir. Buna asla müsaade edilmemesi ve bununla ilgili cezai müeyyidelerin çekinmeden uygulanması lazım. İkinci husus merdiven altı dediğimiz üretim; bu konu da gerçekten çok önemli. Biz Afyon’da buna müsaade etmiyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı ekipler çok iyi çalışıyor ve denetliyor. Ama başka yerlerde de bu konuda hassasiyet gösterilmesi lazım. Yani merdiven altı dediğimiz, kalitesi belli olmayan ürünlere müsaade edilmemesi gerektiği kanaatindeyim. Tağşişte ise mutlaka dünyadaki uygulamaları dikkate alarak gerçekten çok iyi çalışan üreticilerle tağşiş yapanları ayırmak gerekir diye düşünüyorum. Bir bulaşık neticesinde içinde 10000/1 kıkırdak çıkan bir sucukla, halis dana eti yazan fakat %20 tavuk eti olan bir sucuk şu anda aynı kefeye konuyor. Bunu ayırmak gerektiği kanaatindeyim, bu çok önemli. Çünkü bir normal dağılım vardır,  belli bir mertebeden fazlaysa reddedilir. Ama eser miktar dediğimiz miktar kabul edilebilir veya bu nerden kaynaklanıyor diye ele alınır. Çünkü birçok laboratuvar kurmuş birisi olarak şunu söylemeliyim ki ilk başta numune alınması önemlidir. İkincisi analiz yapılacak olan cihazların kalibrasyonu, hassasiyeti önemlidir. Üçüncü olarak ise o cihazı kullanan elemanların ehliyet, liyakat sahibi olması önemlidir ve bunun istatistiki olarak değerlendirilmesi önemlidir. Bu dört parametre olmadan bir karar vermek doğru değildir. Bu yüzden tağşişte çok önemli hususlar var. Gerçekten, bazı büyük firmalar bundan zarar görüyor. Bunu burada yaşadık. Ürününde çok az kıkırdak çıkan bir firma, merdiven altı üretim yapanlarla aynı kefeye kondu. Neredeyse ticari itibarı kayboluyordu. Buna dikkat etmek gerektiği kanaatindeyim. Özellikle Bakanlığın tarladan mutfağa kadar bunları takip etmesi çok önemli. Çünkü aldığımız ürünün gerçekten sağlıklı olduğuna inanmamız lazım. Bu arada özellikle bazı zirai mücadele ilaçlarının denetiminin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Hatta komisyonda bazı arkadaşlar şu teklifi yaptı. Zirai mücadele ilaçlarının kapları rastgele atılıyor. Bunlar zehirli, zararlı atık bunların da geri toplanıp uygun şekilde bertaraf edilmesi gerekiyor diye düşünüyoruz. Yani özellikle zirai mücadele ilaçlarının sağlıklı gıda için kontrol edilmesi lazım. Kimyasal ilaç yerine mümkünse biyolojik usullerin uygulanmasında fayda var. Mesela kenelerde geçmişte kimyasal madde kullanılıyordu ama baktık ki keklikler, keneleri bertaraf ediyor Bakanlığım zamanında çok sayıda keklik üretim merkezi kurduk. Hatta Afyonkarahisar’da yılda 15-20 bin adet keklik üreten ve tabiata salan bir üretim merkezi kurduk. Yani bu konularda devletin temel vazifesi vatandaşa uygun şekilde, uygun fiyatla ve sağlıklı şekilde gıda maddesini ulaştırmaktır ve bunun denetlenmesi şarttır. Tabi hile yapanlara da gerekli ceza verilmelidir.”

“Dünya rakamlarına baktığımızda 52 ülkede gıda sıkıntısı var”

Dünyadaki tüketim hızının, dünyanın kendini yenileme hızından çok daha hızlı olduğunu vurgulayan Tarım ve Orman Bakanlığı Bakan Yardımcısı Ayşe Ayşin Işıkgece, “Dolayısıyla gelecek kuşaklardan çalarak gidiyoruz. Yerine koymamız gerekiyor. Çocuklarımızın mirasını yiyoruz. Tepeden bakıldığı zaman çok çarpık bir düzen var. Dünya rakamlarına baktığımızda 52 ülkede gıda sıkıntısı var. Açlık sınırında, gıdaya ulaşamayan birçok ülke var. 928 milyon yetersiz beslenen kişi var. Bu, çok önemli bir rakam. 1 milyar insan yoksulluk sınırında. 45 ülke su sıkıntısı çekiyor. Buna karşın 810 milyon insan obez, aşırı tüketiyor. 12 milyon hektar tarım arazisi yok oluyor. Ekstra binalaşma, ekstra nüfus artışı, tüm bunlara ortam sağlıyor. Dolayısıyla bir taraftan erişimde problem var ama bir taraftan da üretilen, sokağa atılan, doğru düzgün tüketilmeyen veya çok fazla tüketildiği için obeziteye doğru giden çarpık bir düzen var” ifadelerini kullandı.

“2050 yılında 10 milyar nüfus”

2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyar olmasının beklendiğini ifade eden Işıkgece, “Ülkemize baktığımız zaman göçleri de dikkate aldığımızda 105 milyonluk bir nüfusun bizi beklediğini düşünüyoruz. Bu bizi, artan nüfus ve binalaşmayla birlikte üretimi son derece verimli, sağlıklı, dengeli yapmamız gerektiğini de bize sık sık hatırlatan bir düzene doğru götürüyor. Bu nüfus artışında, besini, gıdayı yetiştirebilmek için 2050 yılında şu anda ürettiğimizden yüzde 65 daha fazla ürün üretmemiz gerekiyor. Aksi takdirde nüfusu doyuramadan, açlığa neden olacak bir tabloya doğru gidiyoruz. Bu anlamda ülkemiz iklim özellikleri, endemik bitki çeşitliliği, coğrafi özelliği ve en önemlisi lojistik değeri bakımından çok şanslı. Karadan, havadan ve denizden taşımacılıkta, dünyanın yüzde 40’ına 4 saatlik bir uçuş mesafesinde bir konumda bulunuyoruz. Bunu avantaja çevirmek hepimizin elinde” dedi.

Gıda güvenilirliğinin sağlanması noktasında işi temelinden başlayarak sıkı tutmaya çalıştıklarını söyleyen Işıkgece, “Çünkü bir düğmeyi yanlış iliklediğimiz zaman sonuna kadar yanlış gidiyor. Birinci halkası tohumdan ve hayvandan başlayarak, hayvanın beslenmesinden, yer güvenilirliğinden başlayarak diğer halkalardaki aşamaları da devam eden süreçlerde takip edip, bunu güvenli bir şekilde, sağlıklı bir şekilde insanların sofrasına ulaşmasıyla alakalı tüm aşamaları içeren Dünya Sağlık Örgütünün, BM Gıda Tarım Örgütünün ve Avrupa Birliğinin de içinde olduğu mevzuatlarla birlikte kendi düzenlemelerimizi yaparak ve 360 derece sektörü de okuyarak, sektörden de ilham alarak buradaki düzenlemelerimizi yapıyoruz” ifadelerini kullandı.

“Gıda denetimlerinde çok güçlü altyapıya sahibiz”

Tarım ve Orman Bakanlığı olarak gıda denetimlerinde çok güçlü bir altyapıya sahip olduklarını belirten Işıkgece, “Gıda denetimlerinde bizim 7290 tane kontrol görevlimiz var. Bunlar yaz, kış, sıcak, soğuk demeden denetimlerini sürdürüyorlar ve toplam 144 tane laboratuvar ile analizlerimizi yapıyoruz. Alo 174 diye bir hattımız var. Aslında her tüketici kendisi de bir kontrolcü. 174 hattına bildirilen ihbarlar sayesinde bunların değerlendiriliyor. Güvenli gıdaya erişimde merdiven altının olmamasının, merdiven altı iş yapanlarla işini düzgün yapanların haksız rekabetinin önlenmesi bizim için çok önemli. Dolayısıyla bunları aynı kefeye koymadan ama işi de doğru ayıklayarak gitmek sayın bakanımızın da biraz önce belirttiği gibi bizim daha yukarıya gitmemiz, sektörde, dünyada, gıdada büyümemiz adına son derece önemli” diye konuştu.

Gıda denetimlerinde olumsuzluk oranlarının da gitgide düştüğünü belirten Işıkgece, konuşmasına şöyle devam etti:

“Bu, ülkemiz için çok büyük bir gelişme, çok büyük bir ivme. 2021 yılında yüzde 3,5’lara düşen yapılan denetimlerin içindeki olumsuzluk oranlarına baktığımız zaman, bu rakamın düşmüş olduğunu görüyoruz. Burada ülkemiz sizlerin de işbirliğiyle doğru bir yolda, çünkü bu tek kişinin yapacağı bir şey değil, doğru bir yolda olduğumuzu da hep birlikte görüyoruz. Bizim aslında uygulamaya çalıştığımız bütün bu standartlar, bu sıkıştırma, buradaki katılık, buradaki titizliğimiz, burada sizin üzerinize gelmemizin en büyük etkenlerin bir tanesi de ihracat boyutu. Birçok ülke, ihracat yaptığı ülkenin kalitesine, buradaki üretim standartlarına bakıyor. Bu anlamda ülkemizin çok umut verici bir durumu var. Tarım ve gıda ürünlerinin ihracatına baktığımız zaman 2017 yılında 18,6 milyar dolar olan ihracat, yüzde 11’lik bir artışla 2020 yılında 20,7 milyar dolara ulaşmış vaziyette. 2020 yılının ilk 8 ayındaki rakamlara baktığımız zaman da 15,1 milyar dolarlık bir rakam görünüyor. Senenin kapanışında da hep birlikte son durumu göreceğiz. Biz ülke olarak 205 ülkeye 1982 tarımsal ürün gönderiyoruz ve bu ivme de her geçen gün artıyor. Bu ülkelerin gelişmişlik düzeyinin, bu ülkelerin üretimlerindeki garantinin, hijyen garantisinin ve denetim garantisinin de bir göstergesi. Son 3,5 yıldır dış ticaret fazlamız da 23,2 milyar dolara ulaşmış vaziyette. Eksik mi fazla mı, biz ithalatçı bir ülke miyiz diye çok fazla tartışılan bir konu. İhracat fazlası olduğunu da burada görüyoruz. Biz açıkçası bu bilimsel risk değerlendirme komisyonları sayesinde, burada gördüğünüz 7 tane komisyon sayesinde 30 üniversiteden 80 bilim insanıyla 17 bölüm ve 29 ana bilim dalıyla zincirin bütün halkalarındaki riskleri değerlendirerek mevzuatlarımızı buna göre ayarlıyoruz. Hem ülkenin gerçeklerini hem de uluslararası mevzuatları da dikkate alarak bu tip komisyonlar ve burada gördüğünüz başlıklar altında mevzuatlarımızı güncelleme ve ülkemize uygun olan mevzuatları çıkarma ve bunları sizlere de açıklamayla ilgili çalışmaları da geri planda yürütüyoruz.”

Afyonkarahisar Valisi Gökmen Çiçek ise Afyonkarahisar’ın gıda anlamında önemli bir potansiyeli barındırdığını ifade etti. Çiçek, “Afyonkarahisar Türkiye’nin gıda başkenti, gıda deposu. Gerçekten Osmanlı döneminden itibaren Afyonkarahisar, İstanbul’u, büyükşehirleri besleyen bir şehir. İstanbul et üretiminin çok büyük bir kısmı Afyonkarahisar’dan gitmektedir. Türkiye yumurta üretiminin %25’i Afyonkarahisar’da. Vişne, kiraz, haşhaş, tıbbi aromatik bitki gibi sayamayacağımız o kadar çok ürünümüz var ki. Türkiye’de birçok il daha az sayıda ürün ile ön plana çıkarken Afyonkarahisar birçok ürünle ön plandadır. Afyonkarahisar’da sucuk, kaymak başta olmak üzere birçok ürünümüz meşhur. Gıda deposu olan bir kentte böyle bir Çalıştay’ın yapılması çok önemliydi. Ben bundan dolayı Sayın Rektörümüze çok teşekkür ediyorum.  Sayın Bakanım bu çalıştay yapılacaksa Afyonkarahisar’da yapılmalıydı ve doğru yerde. Size de teşrif ettiğiniz için teşekkür ediyorum” dedi.

Çalıştay, oturumlarla devam etti

Açış konuşmalarının ardından Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Hüseyin Atar’ın moderatörlüğünü yaptığı “Gıda Mevzuatı, Gıdada Bilgi Kirliliği, Tüketicilerin Doğru Bilgilendirilmesi, Gıda Okuryazarlığının Arttırılması, Gıda Resmi Kontrolleri” oturumuna geçildi. I. oturumda; Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürü Harun Seçkin, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman Bağdatlıoğlu, AKÜ Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ramazan Şevik ve ATSO Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Serteser’in sunumları gerçekleşti.

Öğleden sonra ise Pamukkale Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Yahya Tülek’in moderatörlüğünü yaptığı “Et ve Et Ürünlerinde Gıda Güvenilirliği Çalışmaları” II. oturuma geçildi. II. oturumda; Selçuk Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Mustafa Karakaya / Dr. Ali Samet Babaoğlu, Selçuk Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Cemalettin Sarıçoban, Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Nesimi Aktaş, ET-BİR Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ahmet Yücesan ve AKÜ Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ulaş Acaröz “Et ve Et Ürünlerinde Gıda Güvenilirliği Çalışmaları” hakkında sunumlarını yaptı.

Günün III. oturumu ise Selçuk Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Mustafa Karakaya’nın moderatörlüğünde gerçekleştirilen “Süt ve Süt Ürünlerinde Gıda Güvenilirliği Çalışmaları” oturumu oldu. Bu oturumda; Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Oğuz Gürsoy, Süleyman Demirel Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Erdoğan Küçüköner, Denizli Pamukkale Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Doç. Dr. Seher Arslan ile AKÜ Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zeki Gürler “Süt ve Süt Ürünlerinde Gıda Güvenilirliği Çalışmaları” hakkında sunumlar gerçekleştirdiler.

22-24 Ekim 2021 tarihleri arasında Korel Termal Otelde gerçekleşecek çalıştay, çalışma gruplarının rapor taslaklarını hazırlamaları ve sunumlarının ardından sona erecek.

22 Ekim 2021, Cuma 546 kez görüntülendi