Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Jeoloji Mühendisliği ile Deprem Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen Aktif Tektonik Araştırma Grubu (ATAG) 21. çalıştayı İkbal Termal Otelde başladı.

Çalıştaya Afyonkarahisar Valisi Mustafa Tutulmaz, Afyonkarahisar Belediye Başkan Yardımcısı Sabri Demirkapu, AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak, AKÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İsa Sağbaş, AKÜ Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Yıldız, Çalıştay Düzenleme Kurulu Başkanı Doç. Dr. Çağlar Özkaymak, öğretim elemanları ve öğrenciler katıldı.

Çalıştayın açış konuşmasını yapan Düzenleme Kurulu Başkanı Doç. Dr. Çağlar Özkaymak,  ATAG 21 çalıştayında 52 bildiri sunulacağını belirtti. ATAG tarafından düzenlenen çalıştayın 1995 Dinar ve 2002 Çay depremlerini yaşayarak, depremi yakından tanıyan Afyonkarahisar’da düzenlenecek ilk çalıştay olduğu için büyük önem taşıdığını ifade eden Özkaymak, “1997 yılında rahmetli hocamız Prof. Dr. Aykut Barka önderliğinde kurulan Aktif Tektonik Araştırma Grubu her sene düzenli olarak toplanmaktadır. Ülkemizde deprem araştırma konusunda ürettikleri öğeleri tartışmakta ve özellikle öğrenci arkadaşlarımıza bu çalışmalara teşvik etmeyi hedef koymuştur” dedi.

Yerleşim alanlarının seçiminde bilimsel veriler kullanılmalı

Türkiye’nin dünyanın var oluşundan bu yana çok önemli tektonik hareketlere maruz kaldığını söyleyen Jeofizik Mühendisleri Odası Başkanı Şevket Demirbaş ise tektonik olayları çözmenin ve aktif tektonik bölgeleri belirlemenin büyük önem arz ettiğini kaydetti. Demirbaş, aktif tektonik hareketlerin olduğu bölgelerde deprem olayının yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu ifade etti. Demirbaş,  “Bu bölgelerin hareketlerini ve mekanizmalarını çözmek için yapılan çalışmalardan elde edilen veriler deprem zararlarını en aza indirmek için çok önemli verilerdir. Yerleşim alanların seçimi, yol, baraj, viyadük, köprü ve sanayi alanlarının saptanması gibi birçok yaşamsal ve ekonomik alanların belirlenmesi için bu verilerin çok önemli olduğunu hepimiz çok iyi bilmekteyiz” diye konuştu.

Türkiye’de 66 milyon kişi 1.ve 2.derece deprem bölgesinde yaşıyor

Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan ise Türkiye’de 1 yıllık süreye bakıldığında önemli bir deprem etkinliği olmamasına rağmen Çanakkale – Ayvacık, Adıyaman – Samsat, Rodos ve Girit açıkları, Gökova Körfezi ve Ege Denizinde meydana gelen orta ölçekli depremlerden etkilenildiğini ve konutların zarar gördüğünü ifade etti. Alan, “Yine küresel iklim değişikliği etkilerinin, geçen yıllara oranla tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok etkili olduğu, özellikle sel baskınları başta olmak üzere kıyı yerleşim alanlarımızda önemli miktarda hasarlara ve yer yer de can kayıplarına neden olduğu görülmüştür” dedi.

Afet risklerini azaltmaya yönelik ulusal afet politikalarının henüz oluşturulamadığını söyleyen Alan, şöyle devam etti:

“Mevcut deprem bölgeleri haritamıza göre ülke coğrafyasının yüzde 66’sı, konutlarımızın 16 milyonu yani yüzde 69’u, nüfusumuzun ise 66 milyonu yani yüzde 72’si birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde yer almaktadır. Bugün milat olarak kabul ettiğimiz 1999 öncesine göre kentlerimizin daha güvenli olmadığını görüyoruz.  Biz biliyoruz ki birer doğa olayı olan deprem bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, nitelikli jeofizik ve jeoteknik verilerden yoksun hazırlanan imar planları, düşük standartlarda yapı üretimi, ranta dayalı hızlı ve düşük nitelikli kentleşmeler afete dönüşmektedir. Çünkü afet risklerini azaltmaya yönelik ulusal afet politikaları henüz oluşturulamamıştır. Afetlerle doğrudan ilintili yasalarda tek bir değişiklik yapılmamıştır.”

Işıklar, Bolvadin, Sultandağı faylarında gözlemler yapılacak

AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak da 1997 yılında Prof. Dr. Aykut Barka önderliğinde kurulan Aktif Tektonik Araştırma Grubunun her yıl bir kurum tarafından düzenlenen ATAG toplantılarını organize ettiğini söyledi. Solak,  “Bu toplantı Türkiye’nin depremselliği konusunda uzman bilim insanları, lisans ve lisansüstü öğrencilerinin katılacağı ve 2 günü sunum, son günü ise arazi çalışması şeklinde geçen bir çalıştay niteliğindedir. Çalıştay’ın son günü Işıklar, Bolvadin, Sultandağı fayı gibi Afyonkarahisar-Akşehir grabeni kenar fayları üzerinde saha gözlemleri ve teknik incelemeler yapılacaktır. ATAG21 çalıştayı depremi yakından tanıyan Afyonkarahisar’da yapılacak ilk deprem konulu çalıştay olması bakımından ayrı bir öneme sahiptir” değerlendirmesinde bulundu.

AKÜ, bölgenin jeotermal kapasitesini geliştirmek için bilimsel faaliyetler yürütüyor

Afyonkarahisar’ın tarih öncesi dönemden günümüze kadar depremlerin gölgesinde kaldığını söyleyen Solak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Son yıllarda yüzey kırığı oluşturan 1995 Dinar, 2002 Sultandağı ve Çay depremleri ile sarsılarak aktif tektonik ve deprem konularının önemi bir kez daha gündeme taşınmıştır. Afyonkarahisar ilinin öncelikli konuları üzerinde yapılan bilimsel araştırmaları desteklemeyi hedef alan üniversitemiz, deprem zararlarının en aza indirilmesi için yer bilimi çalışmalarının öncelikli ve önemli olduğunun bilincindedir. Bu düşünce ile üniversitemiz 2012 yılında Deprem Uygulama Araştırma Merkezini ve Jeoloji Mühendisliği bölümünü açarak bölgemizde yapılan özellikle jeotermal, mermer, maden yatakları ve deprem konulu AR-GE projelerinin hız kazanmasına vesile olmuş önemli çalışmalar yapmıştır. Bununla birlikte AKÜ olarak bölgenin jeotermal kapasitesinin geliştirilmesine yönelik akademik faaliyetlere ve uygulamalara destek vermekteyiz. Ali Çetinkaya ve Ahmet Necdet Sezer Kampüsünde yer alan tesislerin tümü jeotermal ile ısınma sistemine geçirildi. Yine ülkemizde ilk kez toplam 280 bin metrekareye yakın kaplı bir alana bir proje kapsamında bu ısınma sistemi uygulanarak bu ısınmada konfor sağlandı. Çalıştayda Ayvacık, Manisa, Gölmarmara, Midilli, Karaburun ve Gökovada meydana gelen depremler üzerinde yapılan özgün çalışmaların veri ve sonuçları tartışılacak. Çalıştayda sunulacak 50’yi aşkın bildiri, ağırlıklı olarak Batı Anadolu; kısmen de Orta ve Doğu Anadolu Bölgesinde yapılan çalışmaları da konu olarak alacaktır.”

Deprem değil tedbirsizlik öldürür

Afyonkarahisar Valisi Mustafa Tutulmaz ise Türkiye’nin deprem ve değişik afetlere maruz kalma yönünden hassas bir bölge olduğunu söyledi. Türkiye’nin sel, kuraklık, deprem gibi doğal afetlerle uğraştığını söyleyen Tutulmaz, “Bunlar içerisinde en zarar verici hem insanlarımız açısından hem de zenginliğimiz dediğimiz yapılar, yollar ve benzer zarar veren depremlerdir. Bizi en fazla zorlayan afetlerin başında depremler geliyor. Deprem kendiliğinden öldürücü değil ama tedbirlerinin alınmaması daha yıpratıcı ve öldürücü hale geliyor. Maalesef bizim geçmişten beri geleneksel yapı anlayışımız ve yaşantımız kırsal bir anlayışla, göçebe bir anlayışla şehirlere geldiğimiz için şehirleri de biz aynı anlayışla inşa etmeye çalışıyoruz” dedi.

“Depremi televizyondan izlemek bile insana dayanılmaz geliyor”

Doğal afetlerle mücadele etmek için bilime sarılmak gerektiğini ifade eden Tutulmaz, şöyle devam etti:

“Yaptık oldu şeklinde yapılarla, imarla, mimari ile hepsini yan yana koyduğumuzda maalesef küçük bir depremde çoğu yerle bir oluyor. Hem maddi hem de insan kaybına sebep oluyoruz. Bunların yanında yaşama sevincimizi kaybediyoruz. Bu tür afetleri gördüğümüz zaman insan, niye bu dünyada yaşıyoruz diye bir duygu hissine kapılıyor. Ben 1999 depremini televizyonda izlerken televizyonu kapatma ihtiyacı hissettim. Dayanamadım. Biz televizyonda izlemeye dayanamıyoruz o bölgede çalışanlar, o bölgede yakınlarını kaybedenler, o bölgede bulunanların durumunu düşünelim. O zaman bilime sarılmamız gerekiyor. Bilimin gereğini yerine getirmemiz gerekiyor.”

Teknoloji ile sabit istasyonların sayısı arttı

Açış konuşmalarının ardından Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener tarafından “Türkiye’de GPS Hız Alanının Tarihsel Gelişimi ve Mevcut Durum” konulu konferans gerçekleştirildi. Marmara Bölgesi, Kuzey Anadolu Fayı, Ege Bölgesi, İsmetpaşa Bölgesi, İzmir, Fethiye, Burdur gibi yerlerde Küresel Konumlama Sisteminin (GPS)   olduğunu söyleyen Özener, “Bu bölgelerde farklı gruplar aynı alanda veya aynı gruplar farklı alanlarda uzun yıllardır çalışıyorlar. GPS’e gelmeden önce uydu teknolojileri vardı. 1980’lerin sonunda GPS ile tanıştık. Daha önce 2 santim doğrultusunda konum belirliyorduk. Burada farklı zamanlarda yapılan gözlemlerle değişimleri izleyebiliyorduk. Türkiye’de Yığılca, Yozgat, Diyarbakır gibi istasyonlarda gözlem yapıldı” diye konuştu. İlk uydu gözlemleri ile yapılan yer kabuğu hareketlerinin 1976-1992 yıllarındaki misyonlarla başladığını ifade eden Özener, “İstediğimiz zaman istediğimiz yerde GPS gözlemi yapamazdık. 4 tane uydunun aynı anda gökyüzünde olmasını beklerdik, o yüzden 8 saat değil de 3 saat belli aralıklarla gözlem yapardık. O günü kaçırırsanız 24 saat beklemeniz gerekirdi. Yersel pilyelerin üzerine aletlerimizi kurup, antenleri otomatik merkezlendirme üniteleri ile ortalayabiliyoruz” dedi.

Türkiye’de 1997-1998 yılları arasında ulusal temel GPS ağının kurulduğunu ifade eden Özener, sözlerine şöyle devam etti:

“Türkiye’de GPS konusunda Harita Genel Komutanlığı çalışmalar yapıyor. Türkiye ulusal temel GPS ağı kuruluyor. 1997-1998 arasında bu ağ kuruluyor. Daha sonra bu güncelleniyor. 694 tane noktası var. Nokta aralıkları ortalama 25-50 kilometre aralıklarla dağılmış. Ani değişikliklerde 15 kilometre aralıkları var. Bu istasyonlar sürekli GPS istasyonları değil. Kampanya bazlı istasyonlar belli aralıklarla yenileniyor.  Kültür Üniversitesi, Harita Genel Komutanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün paydaş olduğu Türkiye Ulusal Sabit GNSS Ağı Aktif (TUSAGA) projesi kuruluyor. 146 tane istasyon var. Sürekli gözlem yapan GPSS istasyonları geçmeye başladık. Nokta sıklıkları artarak daha sağlıklı veriler elde ediyoruz.  TÜBİTAK Yer Bilimleri Marmara Araştırma Enstitüsü Merkezi, Yer ve Deniz Bilimleri Araştırma Enstitüsü tarafından öncülüğü yapılan 1997-1998’de başlayan Dünya Bankası desteğiyle Marmara Sürekli GPS Ağı (MAGNET) başlatılan bir proje.  Proje 3 yıllıktı. 20 tane noktada başlandı. Proje sonuçlandı. Ardından TÜBİTAK kendi imkanları ile projeyi devam ettirdi. Nokta sayısı gittikçe artmaya başladı. GPS’lerin zaman içerisinde değişimine baktığımız zaman 1994 yılında nokta konum doğrulukları, kuzey, güney bileşenlerinde 4 milimetre civarlarında iken teknolojinin ilerlemesi farklı tekniklerin uygulanması, uydu sayısının artması bu birleşenler düştü. Sabit istasyon sayıları sürekli artıyor. Kampanya bazlı nokta sayıları artıyor. Dolayısıyla GPS’e verilen önem artıyor.”

Konuşmaların ardından ATAG 21 Çalıştayı katılımcılarına plaket takdim edildi.

Çalıştay 28 Ekim 2017 tarihinde arazi incelemesi ile sona erecek.

 

26 Ekim 2017, Perşembe 438 kez görüntülendi