Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) İslami İlimler Fakültesi tarafından “Ayasofya” konulu panel düzenlendi.

Afyon Kocatepe Üniversitesi sosyal medya hesaplarından çevrim içi olarak gerçekleştirilen panelde AKÜ İslami İlimler Fakültesi Dekanı ve Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Güler “Ayasofya Camiine Vakıf Yapmak”, İslami İlimler Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Çakmak ise “Ayasofya Medresesinde Öğrenci Olmak” konularına ilişkin bilgiler paylaştı.

“Ayasofya Camiine Vakıf Yapmak” başlıklı konuşmasında Ayasofya’nın 1453’te İstanbul’un fethiyle birlikte bir medrese hüviyetine büründüğünü ifade eden Prof. Dr. Mustafa Güler, resmi olarak vakfedilmesi ile ilgili en eski vakfiyenin 1466 tarihli olduğunu dile getirdi. Günümüzde Fatih Sultan Mehmet ve İkinci Beyazıt’ın eklemeleriyle birlikte dört adet orijinal vakfiyenin olduğunu belirten Güler, “Fatih’ten sonra oğlu çok detaylı bir akar ekliyor camiye. Aynı zamanda camiinin hayratını da geliştiriyor. Ayasofya Camisi’nin bir anlamda ikinci banisinin İkinci Beyazıt olduğu söyleyebiliriz. İkinci Beyazıt’tan sonra neredeyse bütün sultanların Ayasofya’ya yakın ilgileri ve tahsisatının olduğunu biliyoruz. Sadece sultanların da değil; Mahmut Paşa, Hüsrev Mehmet Paşa gibi vezirlerin ya da Hatice Turhan Sultan gibi hanım sultanların Ayasofya’ya vakıflar yaptığını, tesisler eklediklerini biliyoruz. İkinci Mustafa gibi geç dönem sultanların da vakıflar yaptıklarını biliyoruz. Ayasofya Cami için son büyük vakıf tesisinde bulunan kişi ise Birinci Mahmut’tur. Kütüphane, imaret ve sıbyan mektebi eklemesi yapmıştır. Birinci Mahmut’tan sonra da Osmanlı sultanları ve Osmanlı toplumu Ayasofya’yı sahiplenmeye devam etmiştir” dedi.

Ayasofya Camisi’ne Fatih Sultan Mehmet döneminde geniş bir kadro tahsis edildiğini ifade eden Güler, konuşmasında şunları kaydetti:

“Bugün Ayasofya Camisi’ne zannediyorum ki 6 imam ve 5 tane de müezzin atandı. Fatih’in Ayasofya Camisi için tahsis ettiği vakfa baktığımız zaman ise tam 59 tane ihtisas görevlisi vardı. Bu Ayasofya Camisi’ne verilen kıymeti gösteriyor. Cuma günleri imamet ve hitabet yapacak bir tane hatip vardır ki bu hatiplik bugün kaybolan mesleklerimizden bir tanesidir. Gerek Arap coğrafyasında gerekse de Osmanlı coğrafyasında en yüksek görevliler hatiplerdir. İki tane imamı vardır Ayasofya Camisi’nin o dönemde. 10 tane hafız vardır. Bunlar günün her saatinde Ayasofya Camisi’nde Kuran okumaları için görevlendiriliyor. Bu 10 hafızın dışında 20 tane de kurra var. Yani her gün Kuran-ı Kerim’den birer cüz okuyup iki günde bir hatim yapmak üzere orada bulunuyorlar. Ayrıca her öğle namazı sonrasında Cenab-ı Hakk’ın ismini teşbih etmek üzere 20 tane görevli ve 6 tane müezzin vardır. Sadece bununla da kalmıyor. Şu an da büyük camilerimizde de var olmayan yedek işleri yapmak üzere orada yer alan görevliler vardır. Muarrif vardır mesela, görevi belli vakitlerde Fatih’e ve müminlere dua etmek ve camiye gelenlere, kelime anlamında olduğu gibi rehberlik yapmaktır. Bugün de Diyanet İşleri Başkanlığımız Ayasofya’da İstanbul’daki imamları görevlendirerek muarriflik yaptırıyor. Bunlar dışında kayyımlar, kandilciler, noktacılar, sakalar gibi görevliler de vardır. Bunlarla beraber Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya Camisi’ne tahsis ettiği görevli sayısı 71’dir.”

Camiler sadece ibadet yerleri değildi

İslami İlimler Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Çakmak ise “Ayasofya Medresesi’nde Öğrenci Olmak” konulu konuşmasında İslam medeniyetinde camilerin sadece ibadet mekânları olarak değerlendirilmediğini, aynı zamanda birer ilim ve eğitim kurumları olduğunu belirtti. Çakmak, şöyle konuştu:

“Biz İslam medeniyetine ve kendi geleneğimize baktığımız zaman camilerin bugün anlaşıldığı gibi sadece ibadet mekanı olmak dışında aynı zamanda bir eğitim mekanı olduğunu görüyoruz. Hatta ilk dönemlerde Peygamber Efendimiz zamanında Mescid-i Nebevi’nin devlet yönetim merkezi olduğunu görüyoruz. Ancak günümüzde maalesef bu alışkanlıklar yitirilmiş durumda. Osmanlı medeniyetine baktığımız zaman da camilerin aynı zamanda ibadet yerleri olmasının dışında bir ilim merkezi olduğunu görürüz. Her ne kadar en önemli ilim müessesi medreseler olsa da camilerde de bir takım halka açık olan sohbetler, ilmi dersler yapılmaktaydı. Bu yönüyle Fatih Sultan Mehmet’in 1453 sonrasında bir vakfiyesinin olması hususunu biz şöyle de destekleyebiliriz; Fatih 1463 yılında İstanbul’da büyük bir külliye meydana getirmişti. Şu an da Fatih semtinde olan bu külliyede camii, Sahn-ı Seman adı verilen medreseler, darüşşifa gibi yapılar bulunmaktaydı. Ancak biz her ne kadar Fatih Sultan Mehmet’in en büyük eserinin bu olduğunu düşünsek de İstanbul’daki ilk vakıf eseri bu değildi. Elbette Ayasofya’yı kiliseden camiye çevirmesi ve burada papazların kalmış olduğu odaları medrese olarak ilim mekânı olarak tahsis etmesi aslında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’daki en büyük vakıf eserini oluşturmaktaydı. Ancak bunun yanında Zeyrek’te bulunan bir kiliseyi de camiye ve bir kısmını medreseye dönüştürdüğünü okumaktayız. Ancak Zeyrek’te medrese olarak açılan kısım daha sonra tekrar camiye çevrildiğinden uzun soluklu olmamış, İstanbul’daki ilk eğitim müessesi bu yönüyle Ayasofya’da kurulan medrese olmuştur.”

Medrese öğrencilerinin eğitim süreçlerinden de bahseden Çakmak, cerre çıkmanın medrese öğrencilerinin eğitim hayatlarında büyük öneme sahip olduğunu ifade etti. Çakmak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Şu an da bizim uyguladığımız gibi o zamanlarda da eğitim kurumlarında disiplin uygulamaları mevcuttu. Arşiv belgelerinde gördüğümüz kadarıyla mesela, iki öğrencinin medrese içinde yapmış oldukları kavgadan dolayı medreseden atıldığını görmekteyiz. Yani disiplin hususu o dönemde de geçerliydi. Bir diğer önemli husus medreselerde ‘talebelerin cerre çıkması’ olarak tabir edilen bir uygulama vardı. Bugün nasıl ki yaz tatili gibi bir tatil varsa, o dönemlerde de medreselerde üç aylar dediğimiz Recep, Şaban ve Ramazan ayları tatil aylarıydı. Bu üç aylarda talebeler farklı şehirlere, farklı kazalara giderek burada camilerde hutbe okur, namaz kıldırır, çocuk okutur, halka irşat faaliyetlerinde bulunmak süratiyle halktan almış oldukları zekât, sadaka gibi şeylerle iaşesini sağlar hem de bir staj işlevi görürdü. Talebeler ayrıca talebe oldukları sırada müezzinlik gibi görevlerde bulunurlardı. Medreseye yakın bölgelerdeki camilerde bu görevleri ifa etmekteydiler. Vakıfların haricinde talebelerin her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik tedbirler alınmaktaydı. Bir örnek vermek gerekirse, Kösem Valide Sultan her gün için iki koyun tahsis etmişti. Bunun haricinde de cerre çıkan öğrencilerin her türlü masraflarını da medrese vakfı karşılamaktaydı. Yol harcırahı, bilet alınması gibi ihtiyaçları medrese vakfı karşılardı. Ancak biraz önce disiplin sağlanması ile ilgili beyan ettiğimiz üzere, Osmanlı Devleti bu cerre çıkmaları da takip etmekteydi. Bir örnek vermek gerekirse; Haydarpaşa İstasyonundan cerre çıkmak üzere yola giden talebelere bilet alınmıştı vakıf tarafından. Ancak Haydarpaşa İstasyonunda bazı öğrencilerin bu biletleri sattıklarını ve cerre çıkmaktan vazgeçtikleri öğrenilince derhal duruma müdahale edilerek kendilerine işlem başlatılmıştır.”

16 Ekim 2020, Cuma 520 kez görüntülendi