Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü ve Sosyal Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi (AKUSAM) tarafından düzenlenen “Sosyoloji Konuşmaları” kapsamında Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, Kovid-19 salgınının sosyolojisini anlattı.

Çevrim içi gerçekleştirilen programda AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, salgının sosyolojisini sağlık, eğitim, siyaset, ekonomi, dini yaşam, ev hayatı, aile ve birey-toplum ilişkisi gibi alt başlıklarla çok yönlü olarak değerlendirdi. Tarihin farklı zaman dilimlerinde bütün toplumları etkileyen büyük kırılmaların yaşandığını aktaran Karakaş, “Bu büyük kırılmalar, büyük dalgaları ve arayışları beraberinde getirmiştir. Bu arayışları incelediğimizde toplumsal dünyayı dönüştürecek nitelikte oldukları görülecektir. Özellikle tarihte yaşanan savaşlar, felaketler, buluşlar veya büyük gelişmeler gibi kırılmalara yol açan, toplumsal dünyada dalgalar yaratan ve bunun sonucunda da birtakım arayışlar neticesinde, yeni toplumsal düzenlerin kurulduğunu ve buna bağlı olarak büyük değişim ve dönüşüm süreçlerinin yaşandığını biliyoruz. Büyük değişim ve dönüşümlere yol açan büyük kırılmalara kaynaklık önemli faktörler vardır, ancak bunlar içerisinde en etkili faktörler, dünyanın ortak yaşamış olduğu bunalımlardır” diye konuştu.

“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı?”

İçerisinde yaşadığımız küresel dünyanın büyük imkânlarla birlikte büyük riskleri de barındırdığını ifade eden Karakaş; “Kovid-19 virüsünün yol açtığı salgının tüm dünyayı bireysel ve toplumsal bağlamda etkilemiş olması ve bunun neticesinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan etmesi, Kovid-19 salgınıyla tüm dünyanın ortak bir bunalım yaşadığına işaret etmektedir. Küresel düzeyde bir bunalım hali gözlemliyoruz. Başlangıçta bu durum değerlendirilirken artık ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ söylemi hâkimdi, adeta slogana dönüşmüştü. Bu söyleme karşı tepkiler de vardı. Gerçekten de hiçbir şey eskisi gibi olamayacak mı yoksa statüko devam mı edecek? Bunu zaman gösterecek ama değişimin emarelerini ve bazı şeylerin değişeceğinin göstergelerini şimdiden gözlemliyoruz” dedi.

Kovid-19 sürecini anlatan Karakaş, şunları kaydetti:

“Kovid-19 salgınının serüvenini biliyoruz. 2019 yılının sonlarında Çin’de ortaya çıktığı ifade edildi. Bugün ise Çin’de ortaya çıkmadığına dair başka türlü açıklamaların da yapıldığını biliyoruz. Ancak haber akışı ve bilgilendirme süreçlerine baktığımız zaman böyle bir hikâye ile karşı karşıyayız. Esas olan ise 2019 yılının sonunda ortaya çıkması, 2020’de bütün dünyayı etkisi altına alması ve 2021 yılına da miras olarak kendini devretmesidir. Bizi doğrudan etkileme sürecine dikkat kesildiğimizde ise 1 yıla yakın zaman diliminde pek çok şeyin gerçekleştiğini görüyoruz. Salgın sürecine geri dönüp baktığımızda çok uzun bir zaman geçmiş gibi bir his oluşuyor. Bu, büyük ihtimalle karantinanın getirmiş olduğu kapatılma ve kısıtlanma hallerinden kaynaklanıyor olabilir. Aslında günümüzde zamanın çabuk geçtiği tanımlarında bulunuruz fakat bu sürecin sanki çok uzun bir süreçmiş gibi algı yarattığını da hissediyoruz.”

Salgının tek başına bir sağlık sorunu olmadığını, toplumsal dünyanın tüm düzenini tehdit edici bir etkisi olduğunu belirten Karakaş, “Aslında salgının sosyolojisinden söz etmemizin en temel nedeni de budur. Toplumsal yaşamın bütün boyutlarında kendini gösterdiğini ve bu alanları sarstığını ve neredeyse bütün bireysel ve toplumsal kalıplar ile düzenin bu süreçten etkilendiğini görüyoruz. Başlangıçta sadece sağlık sorunlarını çözme anlamındaki arayışlar, beraberinde farklı alanlardan neden olduğu sorunların çözüm arayışlarını da getirdi” ifadelerini kullandı.

Salgın yaşamın bütün boyutlarını etkiliyor

Salgın sürecindeki arayış ve sorgulamalara bakıldığında, yapılan yayınlarda ve tartışmalarda, televizyonlardaki açık oturumlarda, gündeme getirilen meselelerde; hem bugünü tanımlayan hem de geleceğe ilişkin değerlendirmeleri içeren 3 öngörüden bahseden Karakaş, sözlerine şöyle devam etti:

“Birincisi, salgın sadece sağlık sistemini değil yaşamın bütün boyutlarını da etkilemektedir. İkincisi, salgın sonrası hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır. Üçüncüsü ise salgın sonrası yeni yaşam, yeni normallerle devam edecek ve şekillenecektir. Bu 3 öngörü ve önermeyi, salgının bütün boyutlarını içerecek şekilde ilişkilendirebileceğimiz önermeler olarak değerlendiriyorum. Kuşkusuz bu önermelerin yaratacağı etkileşimler önemli bir değişim sürecinin kapısını aralayacaktır. Kapısı aralanacak değişim sürecinde, hem pandeminin kendi gücüyle yarattığı atmosfer var hem de sonu iki yüzyılı aşkındır yaşanan modern ve postmodern zamanın ruhunun oluşturduğu etkiler var. Bunları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, belki bu salgının sonuçları üzerinde daha geçerli ve isabetli analizler yapabiliriz diye düşünüyorum.”

Salgın hastalıkların risk kapasitesi oldukça yüksek

İçinde yaşanılan zaman diliminin, risk kapasitesi oldukça yüksek felaket ve afetleri içeren bir zaman dilimi olduğunu vurgulayan Karakaş, şunları kaydetti:

“Sadece bunu 2020 ile sınırlandırmayalım. 2020 yılına dair çok çeşitli değerlendirmeler var. Ancak risk, korku ve güvensizlik gibi kavramların sosyologların uzun zamandır gündeminde olduğunu biliyoruz. Büyük risk kapasitesi olan felaket ve afetler; toplumsal yaşamın çeşitli boyutlarını doğrudan etkileyen gelişmelerdir. Bugün yaşadığımız süreçte görülen afet ve felaketlerin risk kapasitesi yüksek olan gelişmelerine baktığımız zaman, salgın hastalıkların risk kapasitesinin diğerlerine göre oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Salgın hastalıkların dışında da risk kapasitesi yüksek olan toplumsal dünyayı etkileyen gelişmeler mutlaka var. Ulrich Beck, yaşadığımız dünyayı risk toplumu olarak tanımlıyor. Bunlar arasında da salgın hastalıklara önemli bir yer verdiğini biliyoruz. Doğrusu gerçekten de içinde yaşadığımız süreçte salgın hastalıkların risk kapasitesinin oldukça yüksek olduğuna şahit olduk. Tabi buna küreselleşme sürecinin araçlarının gücü eklendiğinde gelişmelerin hızlı bir şekilde dünya ölçeğinde yayıldığını görüyoruz. Kovid-19 virüsünün dünya ölçeğinde 6 aylık kısa bir dönemde tüm dünyayı neredeyse etkisi altına almış olması bu hızı göstermektedir. Dolayısıyla risk toplumu söylemiyle küreselleşme söylemi bir araya gelip ilişkilendirildiğinde riskin yayılma hızının ve etki çarpanının arttığını görüyoruz. Çünkü küreselleşme, araçları itibariyle hem olumlu gelişmeleri hem de olumsuz gelişmeleri çok hızlı bir şekilde dünya ölçeğinde yaygınlaştıran bir süreçtir.”

Toplumsal bünyeler insan bünyesi gibi tepki verir

Toplum yapılarının mekanik yapılar olmadığını, insan gibi etkilenen değişen, dönüşen yapılar olduğunu belirten Karakaş, şunları söyledi:

“İnsana sert bir müdahale olduğunda bünye nasıl ani bir karşılık verirse, toplumlar da sert darbeler karşısında, şoklar karşısında ya da ani yaşanan zorluklar karşısında anlık tepki verirler. Bu tepki bizler açısından çok önemlidir. Sosyologlar etkenlere ve sonuçlara bakarak olgu ve olaylar üzerinde değerlendirmeler yapar. Olayın başlangıcını, sonucunu değerlendirerek açıklar. Yani bunu sadece ikili karşıtlık temelinde değil de ilişkisellik çerçevesinde de bir bütün olarak analiz etmeye çalışır. Bu bağlamda salgın, önemli bir neden olarak toplumsal bünyeye etki etmekte, toplumsal bünyenin vermiş olduğu tepkiyle de birtakım sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Ani ve büyük ölçekli değişim dalgaları, toplumsal dünyada, toplumsal yaşamda her zaman birtakım önemli sonuçlar doğurmuştur. Ortaya çıkan sonuçların bir kısmının olumlu bir kısmının ise olumsuz sonuçlar olduğunu görürüz. Dolayısıyla içinde yaşadığımız zaman diliminin değişkenleri, toplumsal dünyayı birçok büyük riskle karşı karşıya bırakmaktadır. Salgın, bunun içerisinde bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.”

Karantina bir disiplin, bir kapatılma hali

Kovid-19’un yaratmış olduğu risk kapasitesi yüksek toplumsal dünyayı tanımlarken pandemi ile ilişkilendirilmesi gerektiğini ifade eden Karakaş, şu ifadeleri kullandı:

“Pandemi bu risk kapasitesini tanımlayan korkuyu, güvensizliği, kapatılmayı ve bunlarla ilişkili diğer patolojileri ve kırılganlıkları bünyesinde barındıran bir durumdur. Bütün dünyayı tehdit eden bir salgın var. Dünyaya deniliyor ki bu tehdit karşısında önlemlerinizi alın. Pandemi ilanı aslında budur. Karantina düzeni bir disiplin düzenidir, bir kapatılma halidir. Dolayısıyla karantina düzeninde yaşanan durumlar, bireyi ve toplumu yaşamış olduğu dünyanın normallerinden kopardığı için derinden sarsmaktadır. Yıllardır alışmış olduğunuz davranış kalıpları var. Bir anda bundan koparılıyorsunuz. Adeta bir tünelin içerisine konuluyorsunuz ki, bu hem bireysel hem de toplumsal dünyamızda önemli sarsıntılar yaratıyor. Kovid-19 salgınının bireysel ve toplumsal dünyamızda yaratmış olduğu etkilerinin farklı alanlarda karşılıklarının olduğunu, bu karşılıkların birtakım değişimlerle birlikte kendini gösterdiğini görüyoruz. Kapatılma denildiğinde aklımıza ilk gelen şey evdir. Çünkü evlerimize kapatılıyoruz. Salgın sosyolojisinden bahsettiğimizde evi bir başlık olarak açmak ve analiz etmek durumundayız. Karantina sürecinde ev içi hallerin ve rollerin etkilendiğini gördük. Modern dünya ve içinde yaşadığımız zaman dilimi evi adeta bize bir otel gibi kullandırdı. Evde geçirdiğimiz vakit, zamanımızın daha az bir kısmını oluşturuyordu. Ama bu kapatılma ile birlikte bütün zamanımız evde geçti. Ev içi yeni haller oldu ve evdeki rollerde birtakım değişikler meydana geldi. Evi yeniden keşfetmiş olduk. Evin sığınılacak bir yuva olduğunu hatırladık; ev ile yuva ilişkisi yeniden kuruldu. Ev ortamında yardımlaşma, dayanışma ve merhamet gibi duygularla yeniden yüzleştik. Bunların insani değerler olarak insana yapacağı faydayı yeniden keşfettik. Ev başlığının altında ise ‘aile’ alt başlığını açmamız gerekir. Evin temel figürü olan aile içi durum bu süreçten nasıl etkilendi? Bu konuda yapılmış araştırmalar var. Araştırmalar neticesinde iki görüşün öne çıktığını görüyoruz, gözlemlerimiz de aslında bize bunu gösteriyor. Birincisi, evin yeniden keşfedilmesi, ev içi rollerin yeniden değerlendirilmesi bağlamında dayanışma ve iş birliği ruhu ile birlikte ailenin daha sıkı bir yapıya kavuştuğu tesbitidir. Aile bireyleri zamanının büyük çoğunluğunu dışarıda geçirdiği için birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı buldu. Dolayısıyla aile içi ilişkilerin ve değerlerin kuvvetlendiği yönünde bir görüş var. Bu görüşün karşısında ise uzun süre dar alanda birlikte yaşamanın getirdiği aile içi şiddetin arttığı yönünde bir görüş ve tespit bulunmaktadır. Dar alanda, uzun süre aynı kişilerle yaşamanın getirmiş olduğu gerilimlerin birtakım şiddet olaylarını beraberinde getirdiği ifade ediliyor. Bana göre her ikisi de oldu. Hem aile üyeleri birbirlerini yakından tanıma fırsatı buldular hem de aile içi şiddet belli bir oranda artış gösterdi. Araştırmaların sonuçlarında her ikisini de görebiliyoruz.”

Salgın, yalnızlık ve ölüm duygusunu körükledi

Salgının psiko-sosyal açıdan hem bireyi hem de toplumu doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen bir gelişme olduğunu vurgulayan Karakaş, şunları anlattı:

“Salgının bu anlamda genel etkisine baktığımızda küresel düzeyde bir panik dalgası yarattığını görüyoruz. Yani bireyi doğrudan panikleten dolayısıyla bireyin psikolojisine hücum eden bir gelişme iken aynı zamanda grupla ilişkisi açısından değerlendirdiğimizde psiko-sosyal alanı da bu boyutuyla etkileyen bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Tabiki panik dalgası normal dışı davranışları artırır. Özellikle psiko-sosyal süreçler bağlamında travmatik hallerle karşı kaldık, kalmaya da devam ediyoruz. Çünkü birey olarak bir şok dalgasıyla karşı karşıyasınız, dolayısıyla siz bunu travmatik tepkilerle karşılıyorsunuz. Bunun yanında bencillik, saldırganlık, damgalama, ötekileştirme, paranoyak haller, korku hali, güvensizlik gibi ruh hallerinin psiko-sosyal süreçleri etkilediğini ve şekillendirdiğini ifade edebiliriz. Bu etkileri ile salgın, psiko-sosyal süreçleri daha çok olumsuz yönde etkileyen bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Adeta bireyi ve toplumu korku tüneline sokan bir gelişme. Dolayısıyla bu tünelin içinde bulunduğunuz süre zarfında sürekli olumsuz bir durumla, yani bir riskle karşılaşacağınız algısı, negatif bir hissiyat olarak ortaya çıkıyor. Bu da bazı normal dışı davranışların oluşmasına yol açıyor. Bu psiko-sosyal süreçler içerisinde bireyi özellikle en fazla etkileyen duygulardan ikisi öne çıkıyor. Bunlardan birincisi; ölüm duygusu, diğeri de yalnızlık duygusudur. Kapatılma hali özellikle yalnızlık duygusunu körükleyen bir faktör ama ölüm duygusu hastalığın bizzat tehdit edici gücünden kaynaklanıyor. Yaşlılar ve risk grubunda olanlar ölüm duygusunu yoğun bir şekilde yaşıyorlar. Çünkü hastalığın insanlarda nasıl bir etki bırakacağına dair standartlaşmış bir bilgi yok. Korku temelli yaşanan sapmalar, hem kişisel ruh sağlığını hem de toplumsal düzeni tehdit edici bir güce sahip. Bu tehdit edici güç, hem kişisel ruh hallerinde hem de toplumsal düzende somut birtakım sapmış davranışları da beraberinde getiriyor.”

Tarım ve gıda sektörü yeniden gündeme taşınacak

Salgının ekonomik yapıyı da ciddi bir şekilde etkilediğini belirten Karakaş, sözlerine şöyle devam etti:

“Salgın, ekonomik yapıyı da ciddi bir şekilde etkiledi. Toplumsal düzenin ekonomik boyutunu hem toplumlar hem de küresel düzeydeki etkileri açısından değerlendirmek lazım. Slavoj Zizek, bu süreci kapitalist ekonomi modelini çökertecek bir gelişme olarak değerlendiriyor. Ama Chul Han’da diyor ki: ‘Hayır Zizek yanılıyor, Çin’in dijital polis devleti piyasaya çıkacak ve kendini küresel düzeyde satabilecek bir modeldir. Dolayısıyla küresel ekonomik düzen, alternatif bir düzen değil ama onu kontrol eden aktörlerin bir kısmı bu süreçle birlikte ortaya çıkacak’. Ben de bu görüşe katılıyorum aktörlerin zayıflaması ve güçlenmesini etkiyecektir. Bazı güçlü aktörler zayıflarken, bazı aktörler de daha fazla güçlenebilecektir. Bu birazda bu süreçlerin çok boyutlu yönetilmesi ile doğrudan alakalıdır. Toplumsal yaşamdaki ekonomik etkilerini incelediğimizde bazı başlıklar karşımıza çıkıyor. Bir defa iş yapma biçiminde ve alışkanlıklarında bazı değişmelerin yaşanacağını şimdiden görüyoruz. Bazı çalışma alanlarının mekân birlikteliği gerektirmeyeceğini, evde ‘home-office’ şeklinde çalışmaların artacağını, dolayısıyla çalışma alışkanlıklarında önemli değişikliklerin olacağını söyleyebiliriz. Şu anda gerçekleşen bu durumun salgın sonrasında da önemli ölçüde varlığını sürdüreceği kanaatindeyim. Ekonomik yaşamda bazı sektörlerin devre dışı kalma olasılığı var. Bazı sektörlerin de yeniden gündeme gelmesi, özellikle tarım ve gıda sektörünün yeniden gündeme taşınarak bu sektörlerde yeni tartışmaların yaşanma ihtimali var. Ortadan kalkan sektörlere bakınca da belirli düzeylerde bir işsizlik durumunun oluşacağı kanaatine de sahibim. Tabi bunun yanında bazı yeni alanlar da fırsat alanı haline gelecek. Sosyo-ekonomik statü farklarının bir taraftan derinleştiren bir taraftan da yakınlaştıran bir etki yarattığını görüyoruz. İşsiz ya da dar gelirli alt sınıflarda bulunan insanların ekonomik yaşamındaki yetersizliklerine bağlı olarak sosyo-ekonomik statülerinde ciddi bir gerileme yaşanacaktır. Aynı zamanda tüketimin doğasında meydana gelen arz-talep ilişkilerindeki farklılaşmaya bağlı olarak azalmanın yaşanması ve buna bağlı olarak üretim süreçlerinin durmasından dolayı üst gelir gruplarında da bir sorun yaşandığını söyleyebiliriz. Bundan sonraki süreçte de üretim dengeleri yerine oturup tüketim alışkanlıkları tekrardan eski biçimine dönüşünceye kadar toplumsal sınıflar arasında ikili bir etkilenmenin, yani hem farkın derinleşmesi hem de yakınlaşması diyebileceğimiz durumun belli bir süre daha devam edeceği kanaatindeyim.”

Salgın, Kovid kuşağı getirebilir

Salgının eğitim anlayışlarında ve sistemlerinde de çok ciddi bir etki bıraktığını belirten Karakaş, eğitim hayatında yaşanan değişimleri anlattı:

“Hemen aklımıza Uzaktan Eğitim Sistemi geliyor. 1,5 milyardan fazla öğrenci, örgün eğitimden mahrum bırakıldı ve birçok ülke ve toplum, uzaktan öğretim sistemleriyle eğitim hayatını devam ettirmeye, bu süreci telafi etmeye çalıştı. Bu süreç gerçekleşirken ‘eğitim felsefesinde, yönetiminde ve mekanizmasında büyük ölçekli değişimler oldu mu?’ sorusu önemli diye düşünüyorum. Bu süreç eğitimi kökten etkileyecekse bu alanları da etkilemesi gerekir. Bana göre kısmi etkilenmeler var. Eğitim yönetimi doğrudan etkilendi. Eğitim felsefesinin ne kadar etkilendiği bir soru işareti. Ama bu salgınla birlikte eğitim sisteminin içerisine uzaktan öğretim yöntemleri girdi. Örgün eğitim süreçleri başladıktan sonra da bu sistem varlığını devam ettirecektir diye düşünüyorum. Çünkü bunun avantajları var. Eğitimci ve yönetici olarak da biz örgün öğrenimin avantajlarının uzaktan eğitimden daha fazla olduğunu açıkça gördük. Ama uzaktan öğretimin avantajlarını da gördük. Dolayısıyla dijitalleşme, eğitim sistemlerinin içerisinde daha fazla yer alacak; bu da zaman içerisinde eğitim felsefesini ve eğitimi yönetme biçimini de belli ölçülerde değiştirecektir. Eğitimin bireyler üzerindeki etkisi açısından salgın, özellikle günümüzde Y ve Z kuşağı şeklinde tanımlanan kuşakların niteliklerini dikkate aldığımızda onların karması olarak ifade edebileceğimiz bir ‘Kovid kuşağını’ getirebilir. Bu iddialı bir cümle tabi. Bunu söylememin nedeni pandeminin uzun sürmesi. Bu kuşağı olumsuzlamamak da gerekir. Yapılan çalışmalarda telafi edilemeyecek niteliklerden yoksun kaldılar gibi cümleler kuruluyor. Kısmen doğru cümleler olsalar da aynı zamanda gayretli bir çabayı, bir beceri üretmeyi de beraberinde getirdiğini düşünüyorum. Bu anlamda Kovid kuşağının niteliklerine uygun, beceri temelli yeni bir durumun ortaya çıktığını, eğitim anlayışının da buna doğru evrilebileceğini ifade edebilirim.”

Yeni normal, değişim demek

Konuşmasının sonunda değerlendirmede bulunan Karakaş, şunları söyledi:

“Sonuç olarak salgın sosyolojisinin, toplumsal yaşamın ve toplumsal düzenin bütün boyutlarında kendini hissettirdiğini, sadece ana boyutlarında değil bazı boyutlarında toplumsal kıvrımlara kadar indiğini ve dolayısıyla da toplumu hem ana boyutlarında hem de kıvrımlarında belli ölçütlerde etkileyen bir gelişme olduğunu ifade etmek mümkün. Devam eden süreçte de salgının yol açtığı zorluklarla mücadele, baş etme stratejileri varlığını sürdüreceğe ve bu mücadele belli bir süre daha devam edeceğe benziyor. Bundan dolayı da ‘yeni normal’ meselesinin, salgın sosyolojisini belirleyecek bir olgu olduğunu, diğer bir deyişle salgın sosyolojisinin şekillenme sürecini belirleyen faktör olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü yeni normal demek, yeni davranışlar, yeni alışkanlıklar, yeni korkular, yeni pazarlar, yeni endüstriler, eskiyi tasfiyeler ve yeni kültürel, bireysel, toplumsal davranış kalıpları anlamına gelmektedir. Özetle yeni normal demek, değişim demektir. Dolayısıyla salgının sosyolojisi bizi özellikle yeni normal kavramı üzerinden yeni durumlarla yüzleştirecektir. Aynı zamanda birey üzerinde toplum yaşamındaki etkilerinin de salgın sonrasında devam edeceğini göstermektedir. Değişimin olumlu yönde olması hepimiz için iyimser beklentidir. Ancak, yaşamın daha çok nasıl kontrol edilebileceği üzerine kurgulanıyor olması bu beklentiyi de zayıflatmaktadır diye düşünüyorum. Bu beklentiyi ifade ederken tabiki umut önemlidir, umutsuzluğa kapılmamak gerekir. Yeni normalle birlikte beklentilerimiz, hem dünya sisteminin hem bireysel ve toplumsal yaşamlarımızın belirli değerleri tekrar hatırlayarak paylaşmayı, dayanışmayı, iş birliği imkânlarını, diğergamlığı, adaleti, barışı tesis edecek bir yeni düzenin ve anlayışın gelişmesi yönündedir. Ama gelecek dönemin nasıl daha sıkı bir şekilde kontrol edilebileceği ve güçlü dijital gözetim gibi kurgular üzerine tasarlandığını görüyor olmak da bu beklentimizi zayıflatıyor, ancak umutsuz da olmamak gerekir. Nihayetinde dünyada insanlar yaşıyor ve bu dünyayı insanlar şekillendiriyor. İnsan büyük oranda da iyiliğin peşindedir.”

Program, katılımcılardan gelen soruların cevaplanması ile sona erdi.

06 Ocak 2021, Çarşamba 657 kez görüntülendi