Afyonkarahisar Valiliği ve Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Kadın ve Aile Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından, “Ailede Bütçe Yönetimi” semineri düzenlendi.

2021 Afyonkarahisar Aile Yılı kapsamında Akademide Aile Seminerlerinin beşincisi olan etkinliğin moderatörlüğünü AKÜ Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dr. Öğr. Üyesi Muhammet Emin Türkoğlu yaptı. AKÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kâmil Güngör’ün konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte “Ailede Bütçe Yönetimi” tartışıldı.

“İnsan istekleri sınırsızdır”

Kapitalizmin tarihini anlatarak konuşmasına başlayan Güngör, kapitalizmin modern dünyanın hâkim ekonomik anlayışı olduğunu ifade etti. Kapitalizmin, dünyada yüzde 90-95 düzeyinde kabul görmüş bir ekonomik sistem olduğunu söyleyen Güngör, “Kapitalizm, sınırsız ihtiyaçların, sınırlı kaynaklarla nasıl karşılanacağını analiz eder. Kapitalizmde insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğu varsayımından hareket ediliyor. Kapitalizm, seküler yaşam tarzının ekonomik ayağıdır. Buradaki sınırsız ihtiyaçtan kasıt da isteklerdir. Yani, kapitalizme göre insan istekleri sınırsızdır. Bu durum herkesin her şeye sahip olmak istemesi gibi bir zaafiyet doğuruyor. Bu zaafiyet doğal olarak aile ilişkisine yansıyor” diye konuştu.

Kapitalizmin, ilk dönemlerinde piyasaya tam güven olması nedeniyle devlet müdahalesinin oldukça sınırlı olduğunu belirten Güngör, konuşmasına şöyle devam etti:

“Bu süreçte işçiler patronların inisiyatifinde köle muamelesine maruz bırakıldı. Çalışma saatleri, asgari ücret, emeklilik gibi hakları yoktu. İşveren güçlü olduğu için işçi karın tokluğuna razı olmak zorunda kalıyordu. O dönemde, piyasanın her şeyi dengeleyeceği varsayılıyordu. Daha sonraki süreçte bunun böyle devam etmeyeceği anlaşılınca ve çeşitli ekonomik sorunlar da baş gösterince sosyal devlet dediğimiz kurumsal yapılanma hayata geçirildi. Sosyal devlet, bir taraftan işverene, işçileri koruma zorunluluğu getirirken bir taraftan da insanların çalışamayacakları zamanlar için devlet güvencesi getiriyordu. Mükelleflerden onların istekleri dışında alınan vergilerle de kamu hizmetleri sunuyordu. Bu sayede mesela yaşlılar, sokakta kalmıyor. Yaşlı bakım evlerine gidiyor, karınları doyuyor. Çocuklar bakımından da aynı şey söz konusu ama, yaşlılar evlat vefasından, çocuklar da anne sevgisinden mahrum kalıyor. Vergilerle bunun sağlanması mümkün değil. Sosyal devlet insanı belki bir bütün olarak köle olmaktan kurtarmıştır ama insan statüsüne terfi ettirememiştir. Süreç içerisinde sosyal devlet de yetersiz kalınca son birkaç yüzyıldır ihmal ettiği insanın iç dünyasına yönelme ihtiyacı hissetmiştir. Örneğin iş etiği (ahlakı) kavramını geliştirmiştir. Diğergamlık-hayırseverlik anlamına gelen altruizm kavramı üzerinde analizler yapılmaya başlanmış, yetersiz kalan kurum ve kurallar nedeniyle, insanların içsel uyumu bağlamında gönüllülüğü teşvik edici düzenlemeler üzerinde durulmaya başlanmıştır.”

Tüketim kültür haline geldi

Ailede tüketimin kültür haline geldiğini vurgulayan Güngör, “Kapitalizmde üretim ve tüketim olmak üzere iki ayak vardır. 1920’li yıllardan sonra Keynesçi iktisadi anlayış hayatımıza girdi. Bu teoride öne çıkan şey üretim değil tüketimdir. Dolayısıyla tüketimin uyarılması ihtiyacı doğdu. Tüketimi devlet elindeki para politikası, maliye politikası gibi araçlarla harekete geçirdi, özel sektör de reklam ve pazarlama tekniklerini kullandı. Tabi bu o dönemde geçici de olsa sadra şifa oldu. Ancak tüketim kültürü ailede bütçe limitlerini zorladı. Tüketim kültürü, gösteriş kültürü, marka algısı insanların bilinçaltına yerleşti. Böyle olunca da gelirlerle giderlerin karşılanmasında sıkıntılar yaşandı. Peşinde de aile faciaları ortaya çıktı” dedi.

İnsanlar eşyaya hizmet ediyor

Gösteriş ve moda kültürünün insanlarda takıntı haline geldiğini ifade eden Güngör, “Bu yüzden de eşyalar insana değil de insanlar eşyalara hizmet eder oldu. İnsanlar, eşyamız yok diye misafir kabul etmiyor. Sonuçta bu aile ilişkisini etkileyen bir unsur. İnsan doğaya karşı da sorumlu; doğayı koruma noktasında da hassasiyet göstermesi lazım. Bu pandemi sürecinde bir miktar üretim azaldığı için hava kalitesinde bir artış oldu mesela” şeklinde konuştu.

Çalışmak insanı psikolojik olarak rahatlatır

Bütün ihtiyaçları karşılandığı zaman çocukların hayata hazırlanamadığını söyleyen Güngör, “Adeta bir fanus içerisinde büyüyorlar. Çizgi film çocukları oluyorlar. Her şeyi dokununca gerçekleşiyor diye düşünüyorlar. Hayatın ne getirip ne götüreceği belli olmaz. Zora alışmamak, ihtiyaçlarını gideremediğin zaman ne yapacağına dair bir fikrin olmadığı anlamına da gelir. Çalışmak, üretmek bir taraftan fizyolojik diğer taraftan da psikolojik bir ihtiyaçtır. Çalışmak, insanı psikolojik olarak da rahatlatır. Üretmenin hazzını yaşarsın. Bu, ruhsal bir tatmindir. Çocuklarımıza her istediğini alırsak hem bunun nasıl kazanıldığını bilemez hem de birikmiş bir mal var diye çalışmak, üretmek hissetmez” dedi.

Ailede Bütçe Yönetimi seminerini buradan izleyebilirsiniz.

25 Mayıs 2021, Salı 285 kez görüntülendi