Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanlığı tarafından Çevrim İçi Tarih Söyleşileri kapsamında “Kıbrıs Türklerinin Devletleşme Mücadelesi” söyleşisi gerçekleştirildi.

Moderatörlüğünü AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gürsoy Şahin’in yaptığı, Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Satan’ın konuşmacı olarak yer aldığı söyleşide “Kıbrıs Türklerinin Devletleşme Mücadelesi” konusu ele alındı.

AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gürsoy Şahin yaptığı açış konuşmasında Kıbrıs’ın fethinin 450. yıldönümünün yaşandığını belirterek, Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisinin, 15 Kasım 1983’te oybirliği ile aldığı bir kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kurulduğunu hatırlattı. Şahin, Kıbrıs’ın hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti dış politikasında önemli bir yeri olduğunu belirtti.

Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Satan ise Kıbrıs meselesinin başta tarihçiler, uluslararası ilişkiler uzmanları olmak üzere pek çok disiplinin müdahil olduğu bir konu olduğunu kaydetti. Satan, “Çok önemli bir mesele. Bunun kıymetini ve önemini son zamanlarda daha iyi anladığımızı sanıyorum. Çünkü Türkiye’de Kıbrıs’ı değersizleştirmek ve önemsizleştirmek üzerine de epeyce bir neşriyat yapıldı. Üzerine tekrar düşündüğümüzde insan şaşırıyor. Demek ki Kıbrıs hem güncel hem de tarihi bir konu olmaya devam ediyor” dedi. Satan, Kıbrıs’ın Müslümanlar açısından önemine dikkat çekerek,  şunları söyledi:

“Kıbrıs’la bizim ilgimiz Müslümanlar açısından baktığımızda Hz. Osman zamanından başlayan bir süreç. Muaviye zamanında Muaviye’nin Şam Valiliği sırasında Kıbrıs’ın fethedildiğini görüyoruz. Müslümanların ilk yerleşimleri söz konusudur. Selçukluların da Kıbrıs’ta ticari münasebetlerinin olduğunu biliyoruz. Ardından Osmanlı Devletine baktığımızda özellikle Yavuz Sultan Selim zamanında Ortadoğu ve Afrika fetihleri de gerçekleştiğinde Mısır’ın fethinden sonra adeta Kıbrıs Osmanlı toprakları arasında kalan bir ada, bir sorun haline geldi. Çünkü burada korsanlık faaliyetleri yapılıyordu. Korsan yatağı olarak tabir ediliyordu. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’in güvenliği ve onun etrafındaki Osmanlı sahillerinin de güvenliği söz konusuydu. Dolayısıyla bütün bunlar değerlendirildikten sonra 1570-1571 yılında Osmanlı Devletinin burayı fethettiğini biliyoruz. Bu kolay bir fetih olmamıştır. Çünkü ada muhkem kaleleri olan bir yer. Buralara kolayca girmek o günkü şartlar içinde zor olmuştur.”

“Kıbrıs’ın fethi Avrupa’nın Doğu Akdeniz’de kolunun kesilmesidir”

Satan, Kıbrıs’ın Avrupa’nın Ortadoğu’ya ulaşmasında önemli bir rol üstlendiğini belirterek bu durumun halen güncelliğini koruduğunu anlattı. Satan şöyle devam etti:

“1571-1878 arasında baktığımızda Kıbrıs adası açısından herhangi bir büyük sorun görmüyoruz. Kıbrıs için sakin bir barış dönemi olduğunun altını çizmemiz lazım. Osmanlı Kıbrıs’ı Venedik’ten aldıktan sonra Avrupalıların Osmanlıya karşı ittifakı söz konusu olmuştur. Osmanlı Devletine saldırılmış ve donanmasına zarar verilmiştir. Kıbrıs’ın alınması meselesi Avrupa’nın bir meselesi olarak mütalaa edilmiştir. Sokullu’nun meşhur sözünü hatırlamamız lazım Kıbrıs’ın alınmasını Avrupa için Avrupa’nın Doğu Akdeniz’deki kolunun kesilmesi olarak nitelendirmişti. Bu stratejik yorum aynen devam ediyor. Avrupa halen burada elinin kolunun olmasını; Ortadoğu’ya ulaşmak için araç olarak kullanmak istiyor. 1571 sonrası Osmanlı bu bölgeye iskan siyaseti gereği Anadolu’dan Türkmen ailelerinin yerleşmesini istiyor. Bugün Kıbrıs’taki Türk varlığı hakkında ve kimin nereden nasıl geldiği konusunda elimizde her türlü bilgi ve belge mevcut. Ada’da Ortodoks nüfusu hakimdir. Fakat Venediklilerin hakimiyeti sonrasında din hürriyeti konusunda ciddi sıkıntı yaşandı. Katolikler, Ortodoksları bastırıyordu. Osmanlı Devletinin fetih siyasetine uygun şekilde yine bu bölgede yaşayan halkın farklı mezheplerine göre de kendi anlayışlarına göre ibadet yapabilmeleri sağlanmış oldu. Osmanlının Kıbrıs’a gidişini Ortodoksların üzerindeki Katolik baskısının da kaldırılması olarak görüyoruz.”

İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhakı

Osmanlının 1. Dünya Savaşında İngiltere ile karşı karşıya gelmesi ile birlikte İngiltere’nin adayı 1878 Antlaşmasına aykırı olarak ilhak ettiğini ifade eden Satan, “İngiltere uluslararası antlaşmalara aykırı olarak adayı tek taraflı olarak kendi toprağı olarak kabul etti. Osmanlı Devleti her ne kadar bunu protesto etmiş olsa da yapacak bir şey yoktu. Bu durum savaş sonrasına kaldı” diye konuştu. Satan şunları belirtti:

“Kıbrıs’ın statüsü ile ilgili Lozan Antlaşmasında bir madde var. Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhak edildiği kabul ediliyor. 1923 Türkiye’sinin de Kıbrıs’a yapabileceği fazla bir şey yok. Lozan sonrası Türkiye ile Kıbrıs arasındaki ilişkiler soydaş ilişkisidir. Orada yaşayan soydaşlarımız var. Aynı milletin çocuklarıyız. Dolayısıyla milli eğitim, kitap gibi kültürel boyutun dışına taşmayan ilişkilerdir. Zaman zaman da bazı Türk gemilerinin Magosa limanına uğraması büyük bir heyecan yaratıyor. Türkiye öğretmen gönderiyor. Türkiye’den giden öğretmenlerin seçkin olduğunu, orada gerçekten bir mayayı tutturduklarını söylememiz lazım. Kıbrıs’ta gelişmelere baktığımızda 1930 ile 1931 arasında ciddi bir Rum ayaklanmasından bahsedilmektedir. Rumlar İngilizlere karşı adada ayaklanmada bulunurlar. Akabinde adada kiliselerin başlattığı bir halk oylaması yapılıyor ki güya adanın Yunanistan’a bağlanması isteniyor. Türkler ise bunu protesto ediyorlar.”

Kıbrıs Türkleri İngiltere ve Avustralya’ya göç ederler

Yaşanan dönemde Kıbrıs’tan Türkiye’ye göçlerin devam ettiğini anlatan Satan, şunları söyledi:

“Bu da İngiltere tarafından teşvik ediliyor. Daha sonra Rumlar Türklerin göçlerini teşvik edecekler. Böylece Kıbrıs Türkleri, Türkiye’ye İngiltere’ye ve Avustralya’ya göç edeceklerdir. Londra ve Avustralya’da ciddi bir Kıbrıs Türkü nüfusu vardır. Bunlar bu dönemler içindeki teşvikler veya zorlamalarla gerçekleşen göçlerdir. Kalan Türkler ise bu süreç içerisinde kendi aralarında örgütleniyorlar, dernekleşiyorlar. Ki bunların da tezi, ada asıl sahibine verilsin. Yani Kıbrıs Türk’tür ve Türkiye’ye aittir tezi vardır. Kıbrıs Türk’tür Partisi kurulmuştur. Neşriyat vardır. Fakat Türkiye bu süreç içerisinde Kıbrıs’la doğrudan ilgili değildir. Türkiye o günlerin dış politikası gereği statüko taraftarıdır. Kıbrıs eğer İngiltere’nin elinde kalmaya devam edecekse kalsın. Biz bu durumdan memnunuz. Statüko değişecekse o farklı bir durum diye değerlendiriyor. II. Dünya Savaşı ile birlikte önemli bir değişim var. İngilizler II. Dünya Savaşı sonrası eski işgal bölgelerinden çekiliyor. Bu kapsamda da İngilizler Kıbrıs’tan çekilmeyi planlıyorlar. Bu bağlamda 1950’li yıllara geldiğimizde 1955 Londra Konferansı diye bir konferans var. İlk defa Türkiye burada Kıbrıs konusuna doğrudan müdahil olmuştur. 5 yıl içinde Türkiye Kıbrıs konusunda muazzam yol aldı. 1960 yılına geldiğimizde Kıbrıs Cumhuriyetinin kurucu ortağı haline geldi. Yani mecliste temsil ediliyordu. Bakanlar Kurulunda bakanları vardı. Cumhurbaşkanlığı yardımcısı vazifesi vardı. Bütün devlet memurluğu ve bütün belediyelerde yüzde 30 payı vardı. Türkiye adanın statükosunun bozulması durumda garantör konumunda müdahale hakkına sahipti. Bu müdahale hakkı da hem beraber yapılabilirdi veya ayrı olarak da yapılabilirdi.”

“Türk Mukavemet Teşkilatı Kıbrıs’ta sivil örgütlenmeyi sağlıyor”

Satan, 1 Nisan 1955’in Rum Terör Örgütü EOKA’nın eyleme başladığı tarih olarak bilindiğini belirterek, sürece ilişkin şu bilgileri paylaştı:

Bu EOKA maalesef bugün hala Güney Kıbrıs’ta EOKA Günü olarak kutlanmaktadır. Tatildir ve 2005 yılı da EOKA’nın yılı olarak ilan edildi. 1955-58 arasında Türkiye’nin karşı hareketi olmadı. Bu terör hareketi ivme kazanarak geliyor. Türklerin de kendini koruma ihtiyacı artıyor. Henüz antlaşmalar imzalanmadığı için buna doğrudan müdahale yapılamıyor. Türkiye’nin sivil direniş örgütleme ihtiyacı ortaya çıkıyor. 1958 yılında da Türk Mukavemet Teşkilatı adada örgütleniyor. Sivil ahalinin korunması harekatı söz konusu. Karşıda hakikaten Yunanistan’dan ciddi oranda destek alan organize hareketler var. Buna Türklerin kendi başlarına direnebilmeleri mümkün değil. Türkiye bu noktada devreye girmiş ve adadaki sivil ahaliyi korumak maksadıyla bu örgütlemeyi desteklemiştir. Türk Mukavemet Teşkilatı çok başarılı oluyor. Adada ciddi bir direniş örgütleyebildiğini görüyoruz. 15 Ağustos 1960 tarihi Kıbrıs Cumhuriyetinin de ilan tarihidir. Son garanti antlaşmaları imzalanmıştır. Ondan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti diye tarihe bir devlet girmiştir.”

1963 Kanlı Noel

1963 yılından itibaren Kıbrıs’ta terörün adeta patladığını anlatan Satan, şöyle devam etti:

“Kıbrıs’ta yer altından bulunan bütün örgütler ortaya çıkarak Türk mahallelerine baskınlar yapmaya başladılar. Aralık 1963 Kanlı Noel olayı bu sürecin sonucudur. Terörün durdurulması isteniyor. Adada bulunan Türk, Yunan ve İngiliz Alayı bir araya gelerek duruma el koyacaklar. Bir anlaşma zemini bulacaklardır. Lefkoşa’daki Türk ve Rum kesimleri arasına bir çizgi çizildi. Hat oluşturuldu. Bugün hala geçerli olan bir hattır. Lefkoşa bu hat sonunda II. Dünya Savaşından sonra ikiye bölünen ikinci başkent oldu. Türklerle, Rumlar iki ayrı bölgede kaldılar. 1964 olayları devam ederken Türkiye’nin müdahale hakkı vardı ve müdahale kararı aldı. Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’nin adaya müdahale etmesi ile ilgili çok sert ve kesin bir mektup gönderdi. Johnson mektubu ile Türkiye’nin adaya müdahale etmesinin istenmediğini, NATO silahlarının kullanılamayacağını, ola ki Türkiye’nin müdahalesi sonucunda Sovyetler Birliğinin Türkiye’ye müdahalesi olması halinde NATO’nun Türkiye’yi koruyamayacağı ifade edildi. Türkiye yalnız bırakıldı. Bu Türk Amerikan ilişkilerinde de bir kırılma noktası oldu.”

10 yıl süren sivil savaş

1964-1974 yılları arasında Kıbrıs’ta sivil bir savaş yaşandığını hatırlatan Satan,  şunları belirtti:

“Bu yıllar içerisinde yaşanan olayların tümüne dünya seyirci kaldı. Hemen hemen hiçbir yardım söz konusu değildir. Evini, tarlasını, bahçesini terk eden insanların ekonomisi kalmadı. Adanın her tarafına yayılan kontrol noktaları ve Rum örgütleri söz konusuydu. Seyahat imkanı yoktu. Malınız olsa da başka köye götüremiyorsunuz. Ekonomi de bitti. Bu 10 yıl zarfında Kıbrıs Türklerine yardım sadece Türk Kızılay Vapurlarıydı. Aileler o küçücük evlerde üst üsteydiler. Kalacak yer yoktu. Kıbrıs ahalisi muazzam bir dayanışma içerisindeydi. Hem tepede nöbet tutmak, hem çarpışmak, hem bu sosyal dayanışmayı sağlamak hem de ekonomiyi devam ettirmek mücadelesi verilerek hakikaten orada liderlik çok önemliydi. Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’ın başını çektiği Türk yönetim birimi çok önemliydi. Türkiye’den de irtibatı koparmayarak bu irtibatı güçlendirerek devam ettiler. 1960 yılında kurucusu oldukları devletten 1963 yılı sonu itibariyle kovuldular.

1974 yılında Albay Sampson tarafından Makarios’a darbe yapıldı. Türkiye’de Bülent Ecevit ve Milli Selamet Koalisyonu var, Başbakan Bülent Ecevit. Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’dır. Durum değerlendirmesi yapılarak güneydeki darbenin bölgedeki Türklere de sirayet edeceği, ne olacağı belli olmadığı ve bir katliamın söz konusu olduğu değerlendirildi. Bu durumda Türkiye hemen Bakanlar Kurulunu ve Milli Güvenlik Kurulunu toplayarak müdahale kararı aldı. Bu arada Bülent Ecevit İngiltere ile görüşme yapmaya gitmişti, geldi ve akabinde Türkiye tek başına 20 Temmuz 1974 tarihinde Mutlu Barış Harekatı adıyla barış harekatını gerçekleştirdi. Bu kısa süren bir harekattır. 20 Temmuz’da müdahaleye başladık 22 Temmuz’da ateşkesi kabul ettik. Ondan sonra Ağustos’ta ikinci müdahale söz konusu oldu. Çünkü Cenevre’de bizi oyaladıkları ve katliamlar yaptıkları ortaya çıktı. Türkiye’nin ikinci bir müdahalesi ile bugünkü sınırlar ortaya çıktı.”

Söyleşinin tamamını buradan izleyebilirsiniz.

03 Aralık 2021, Cuma 197 kez görüntülendi