Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sarı tarafından “Yunus Emre’yi Anlamak” başlıklı konferans verildi.

Erdal Akar Konferans Salonunda gerçekleştirilen etkinliğe Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüseyin Koçak, Teknoloji Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayhan Erol, Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nadejda Özakdağ, Afyonkarahisar Yazarlar ve Şairler Derneği üyeleri, akademik personel ve öğrenciler katıldı.

Konferansın açış konuşmasını yapan Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüseyin Koçak, Prof. Dr. Mehmet Sarı’nın fakültenin emektar hocalarından biri olduğunu söyledi. Koçak, “Azerilerin bir sözü vardır. Azeriler derki; ‘her şeyin tazesi yahşidir. Hocanın kocası makbuldür’ derler. Şimdi Hocamız gençtir, koca değil ama akademide 40 yılı oldu.  Akademide yıllarınız arttıkça kıymetlenirsiniz. Hocamızın fakültemize ve Afyonkarahisar’a katkıları çok büyüktür. İnşallah emeklilik sürecinde de kendisinden yararlanacağız” diye konuştu.

“Yunus Emre hepimizin”

“Yunus Emre’yi Anlamak” başlıklı sunumunu yapan Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sarı, Yunus Emre’nin hayatından bahsetti. Yunus Emre’nin 1240-1321 yılları arasında Anadolu Türklüğünün siyasi ve ekonomik bunalımlar içinde olduğu 13. yüzyılda yaşadığını ifade ederek, “Yunus Emre, sevgi, birlik, dostluk, ahlak ve ilime insanları davet etmiş. Anadolu Türklüğü içinde yetişmiş olgun bir sufidir. Bunlar Yunus Emre’yi tanıma bilgileridir. İnsan sevgisi, ahlak anlayışı, şiirleri nelerdir? Bunun üzerine durmalıyız. Yunus’un tarihi kişiliği ve gerçek hayatı menkıbeler içinde kaybolmuş. Hakiki kimliği ortaya çıkarılırken ister istemez o zamanlardan elimize kalabilen menkıbelerden hareket edilmiştir. Yunus Emre’nin kabri Eskişehir’de mi? Afyonkarahisar’da mıdır? Aslında Yunus Emre’nin kabrinden çıkıp gönül işine girmemiz lazım. Bir kişinin bir yerden daha fazla yerde kabri olması bir güzelliktir. Rengârenk güllerle donanmış bir gül bahçesi gibidir. Her yer sahip çıkmış Yunus Emre’ye. Bırakın herkes Yunus bizim desin. Gerçekten Yunus Emre hepimizin” dedi.

“Gönül Kâbe’dir”

Yunus Emre’nin şiirlerinde hayatı yönlendirme ve rehberlik etme noktasında birçok konunun olduğunu vurgulayan Sarı, “İlim, ahlak, akıl, aile ve bunlardan önemlisi gönül konusu vardır. Eski Türk Edebiyatımızda gönül konusu çokça işlenilmiştir. Gönül Kâbe’dir. Allah’ın tahtı, mekânı, Mushaf’tır, kitaptır, mecmuadır, tahttır, saraydır, gönül ülkedir, şehirdir, gönül aydır, güneştir, gökyüzüdür, uçsuz bucaksız olması açısından deryadır, denizdir gibi birçok mefhum gönül konusuyla birlikte ele alınarak anlatılıyor. Allah insanın kalbine bakar. Kalbi temizleme her türlü ibadetten üstündür. Kalp Allah’ın huzurunda durulacak yerdir. Kalp bedenin sultanı, Allah’ın esiridir. Kalp, insan ruhunun kaynağı ve onun bir adıdır. Gönül bir camidir ki onarılmaya muhtaçtır. Müminin kalbi Allah’ı bilme ve sevme kanallarının toplanıldığı yerdir” diye konuştu.

Yunus Emre’nin bu dünyaya gönüller yapmak için geldiğini ifade eden Sarı, “‘Yunus Emre, ‘ben gelmedim dava için, benim işim sevi için, dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim’ diyor. Gönlün bulunduğu mekânın temiz sağlam olması gerekiyor. Yunus’un gönül konusuna şiirlerinde çokça yer verişinin sebebi; Allah’ın gönülde olmasıdır. Gönül bir ev ise, Allah’ın evi ise Yüce Rabbimizin gönülde bulunabilmesi için gönülden kötülükleri çıkarmamız lazım. Yoksa Allah orada bulunmayacaktır. Allah orada bulunmayınca da biz Rabbimizi yakından tanıma imkânından uzak olacağız. Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli bunu haykırıyor” ifadelerini kullandı.

Yunus Emre’nin gönüle verdiği değerden de bahseden Sarı, Yunus Emre’nin gönlü önde tuttuğunu belirterek konuşmasına şöyle devam etti:

“Yunus Emre, gönlü ilimden, hacdan, gazadan ve Kâbe’den önde tutuyor. Yunus Emre, ‘bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil, yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil’ diyor. Burada ince bir nokta var, onu kaçırmamak lazım. Namazın şartlarından birisi İstikbali Kıble, yani namaza dururken Kabe’ye yönelme. İkincisi ise kalp ile niyet etmek. Hem dil ile hem gönül ile niyet etmek. Bir kez gönül yıktın ise kıldığın namaz, namaz değil. Allah gönüldeydi, aynı zamanda gönül Kâbe’ydi. Bu durumda gönül yıkıldığında namazın iki şartı kaybolmuş oluyor. Gönül yıkanın namazı doğru, sağlam, kabul edilir olmayacak demesi bundan dolayıdır. Bazıları diyor ki herkesin namazı kendini bağlar. Beni, toplumu, insanları, kardeşlerimizi olumsuz yönde etkilemediği müddetçe derler ki ‘Yunus Emre’den daha iyi mi biliyorsun. Önce gönül kırmamak lazım, namaz kılmazsan kılma, gönül kırmamak en önemlisi.’ Yunus bunu demiyor. Yunus namazını kılma demiyor. Yunus namazını kıl ama doğru kıl diyor. Gönül kırma, gönül yıkma diyor. Yunus zaman zaman gönlünden şikâyetçi gibi görünse de aslında onun gittiği yolun doğru oluşundan memnundur. Bir insan olarak zaman zaman gönlünü anlayamamış. Gönlü ondan önce gidiyor, ona kırgın gibi görünüyor. Sonra düşündüğünde gönlünün haklı olduğunu görüyor. Ben gönlüme söz geçiremiyorum. Sevgilinin yüzüne dönmüş dur diyorum, durmuyor. Buradaki sevgili de gönül Allah’ı tanımış. Kendisini başka bir kişi, gönlünü başka bir kişi olarak kıyaslıyor.”

Konferans, soru cevabın ardından sona erdi.

03 Aralık 2021, Cuma 315 kez görüntülendi