Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ), Afyonkarahisar Belediyesi, AKÜ Sultan Divani Uygulama ve Araştırma Merkezi, Fen Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü ve Edebiyat Topluluğu iş birliğinde “Mevlana’yı Anlamak” paneli düzenlendi.
Rehberlik Araştırma Merkezi Salonunda gerçekleştirilen panelin moderatörlüğünü AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cüneyt Akın yaparken; Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araş. Gör. Dr. Alper Günaydın, Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Araş. Gör. Dr. Mehmet Fatih Ünal ve Devlet Konservatuvarı Öğr. Gör. Yunus Emre Uğur panelde konuşmacı olarak yer aldı.
“Şeb-i Arus, Mevlana demek”
Panelin moderatörlüğünü yapan AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cüneyt Akın, “Mevlana’da Yenilik Düşüncesi” konusunu anlattı. 07-17 Aralık arasının Mevlana Haftası olduğunu söyleyen Akın, “Mevlana’yı anlamak üzerine çeşitli konferanslar, paneller ve çeşitli etkinlikler yapılıyor. Şeb-i Arus demek, Mevlana demek. Mevlana deyince herkesin söyleyecek sözü muhakkak var. Biz Mevlana’yı, maalesef ki Batılılar gelip keşfettikten sonra farkettik. Afyonkarahisar Mevleviliğin merkezi. Burada Mevlevihane var. Sultan Divani hazretleri var. Mevlana’nın torunları burada; Mevleviliği yüzyıllar öncesinden yaşatmışlar. Mevlana’dan her zaman istifade etmeliyiz. Çünkü sözün gücünü, sözün dönüştürücülüğünü, bizim hayatımızı her şeyi inşa etmesinin farkına varmalıyız. Mevlana, bizim için çok değerli bir isim” diye konuştu.
“Her dem yenilenmeliyiz”
Mevlana ve Yunus Emre gibi şahsiyetlerin köşeye çekilen insanlar olmadığına değinen Akın, “Mevlana ve Yunus Emre, kendi kendine bir lokma, bir hırka düşüncesinde olan kişiler değildi. Yunus Emre, ‘Biz her dem yeniden doğarız, bizden kim usanasın. Bizden birisi usanıyorsa, kendini yenilemiyorsa bu bizim büyük kabahatimiz olur’ diyor. Mevlana, her gün bir yerden göçmek ne iyi her gün bir yere konmak ne güzel diyor. Kendimizi yenilediğimiz sürece Mevlana’yı, Yunus Emre’yi anlarız. Onun için her dem yenilenmek dileğiyle” dedi.
“Hakikate ulaşmak zorundayız”
Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araş. Gör. Dr. Alper Günaydın ise panelde “Mevlana ile Hakikate Ulaşmak” adlı sunumunu yaptı. Hakikatin Allah’ın sıfatlarından bir tanesi olduğunu ifade eden Günaydın, “Hakk, hukuk, hakikat aynı kökten geliyor. Hakikat, Hakk’ın eşyada yansıması demek. Hakikate ulaşmak zorundayız. Dünya hayatında bilerek ya da bilmeyerek Hakikate doğru yolculuk yapıyoruz. Ama biraz bilinçli arayarak Hakikate doğru yürürsek, bu konuda bir şeyler yapıp gayret edersek, biraz daha hızlanıyor bu iş. Mevlana da bu noktada hakikatten bahsettiğini Mesnevide ifade eder” ifadelerini kullandı.
Günaydın şöyle konuştu:
“Hakikat ve marifet ise bu disiplinlerden sonra ulaşılabilecek bir seviyedir. Marifet üst seviyedir. Ariflik ise hemen Hakikatin sonrasında geliyor. Mesnevihanlık diye bir meslek var. Bu önce Mevlevi kültürü içerisinde gelişmiş. Daha sonra farklı farklı cemaatlerde, medreselerde ve saraylarda yer aldı. Mesnevi okumaları yapıldı. Bilen birisi, yetkin icazet almış birisi Mesneviyi okuyor ve açıklıyor. Dizaynı, tasarımı gereği belli bir miktar şiir devam ediyor, daha sonra bir kıssa anlatılıyor. En azından bir kıssayı kapsayacak şekilde bir okuma yapılıyor ve o okuma birkaç saat sürüyor. Mesnevi okumak ruhumuzun sağlamlaşması için kesinlikle çok önemli. Tasavvufun bütün meseleleri Mesnevi’de yer alıyor.”
“Mevlana, Mesnevi’de ayrılık hikâyesini anlatır”
Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Araş. Gör. Dr. Mehmet Fatih Ünal ise “Mevlana’daki Ölüm Kavramı”nı anlattı. Mevlana’yı anlamanın, insanı anlamakla eşdeğer olduğunu söyleyen Ünal, “Mevlana, insanı nasıl anladıysa bize de öğütlediğini anlamak için Mevlana’nın bugün bizim insanı anladığımızı düşündüğümüz gibi nasıl anladığını anlamamız gerekiyor. Bu noktada Mesnevi’ye başvurmamız gerekiyordu Biz de çalışmamızı bu noktaya odakladık. Mevlana, Mesnevisine ney hikâyesi ile başlıyor. Dinle ney ne anlatmakta, aydınlıklardan şikâyet etmekte diyor. Bize burada Ney’in feryat ve ayrılıktan şikâyet ettiğini söylüyor. Mevlana, orada aslında iddiasını söylüyor. Benim iddiam aslında bir ayrılık hikâyesini size anlatmaktır. Daha sonra bu kısacık beyit, insanın dünyada ne yaptığını ve nereye doğrulduğunu anlatan uzun bir hikâye. Bu Ney, kamış olduğu bir bataklıktan koparıldı ve içi oyuldu; kurutuldu ve boğumları oluşturuldu. Delikler delindi. Bir sürü işlemden geçti; ardından bir nefes üflendi içine ve ney dediğimiz müzik aleti ortaya çıktı” dedi.
İslam Felsefesinde insanın korku ve ümit arasında tarif edildiğini belirten Ünal, şunları söyledi:
“Korku ve ümit arasındaki süreç, insanın dünyadaki yolculuğunun gerilimini tarif ediyor. İnsan, devamlı bir korku ve ümidin çekiştirmesi içerisinde kendini bulabilir. Yola çıktığımız bu yolculukta insanın kendi anlaması için gerekli olan şey, nasıl bir gerilimin içinde olduğunu anlamasıdır. İnsan ne olacağım korkusuyla da hareket etmeli ve sonunda iyi olacak ümidiyle bambaşka bir hayatın, sonsuz bir hayatın eşiğine gidiyorum düşüncesi ile de hareket etmeli. Bu geçici hayat içerisinde bir ümit içerisinde olmalı. Bu ümit her an bizi çekiştirmeli. Mevlana kesinlikle bir huzur ikliminden bahsetmiyor. Mevlana diyor ki, diğer canlıların ölümünden elde ettiğimiz zamanı kullanıyoruz ve kendi ölümümüzü unuttuğumuz için hayat böyle geçiyor. İnsan kendi ölümü karşısına geleceği ana kadar hiçbir şeyden haberi yok. Mevlana, ölüm başımıza gelmeden aklımız başımıza gelsin ve ölümle ilgili olan durumumuzu kavrayabilelim ve müstakbel ölümümüzü kabullenelim istiyor.”
“Ney, insan figürüdür”
Devlet Konservatuvarı Öğr. Gör. Yunus Emre Uğur da konuşmasında “Mevlana’nın Musikisi” konusuna değindi. Mevlana’nın Mesnevisinin, “bişnev, işit” diye başladığını söyleyen Uğur, “Mesnevi, bir ney ifadesi ve bir ayrılık hikâyesi ile başlıyor. Mesnevisini sevgilisinden ayrı kalmış olan bir aşığın hikâyesini anlatarak başlatır. Ney, kamışlıktan yani asıl makamından, asıl yurdundan ayrı kalmış olan bir figürdür. Bu figür insandır. Burada gösterilen ney de tıpkı insanda olduğu gibi anavatanından, anayurdundan asıl yurdundan ayrı kalmış bir sevgiliyi sembolize eder. Ney, aynı zamanda bir musiki aracıdır ama musiki aleti olmadan evvel hakikatinde bir kamıştır. Kamış, kamışlıktan kesilerek ney oluyor ama ney’in ney olması için geçirdiği aşamalar tıpkı insanın kamil insan olması için geçirdiği aşamalara benziyor. İnsan da gerçek yurdundan ayrı kaldı ney de anavatanından ayrı kaldı” diye konuştu.
Musikinin ‘perilerin lisanı’ olarak tercüme edildiğini belirten Uğur, “Perilerin lisanı deyince bu, aslında bu dünyada olmayan bir kavram. Mevlana da musikiyi çok kullanmış. Kendisinin enstrüman çaldığını net olarak bilmiyoruz ama bazı kaynaklarda rebap çaldığı rivayet edilir. Musikiyi çok kullanmış bunun bir sebebi var. Mevlana’nın kullandığı müzik, şu anki pop müzik ile aynı müzik değildir. Çünkü Mevlana’nın müziği kullanması şu anda bizim kullandığımız müzikten daha farklı bir durum. Mevlevi ayinleri başlı başına müzik formu. Aynı zamanda görsel izlemci ürünü. Bizim tasavvuf kültürümüzdeki en önemli görsel, müziksel zikir ritüelinin yapıldığı nadir ve güzel örneklerden bir tanesidir. Özellikle Horasan kültüründen gelen mutasavvıf akımları musikiye her kültürde yer vermişler” dedi.
Panel, Öğr. Gör. Yunus Emre Uğur’un hazırladığı “Tasavvuf Dinletisi” ile sona erdi.