Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Kadın ve Aile Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü kapsamında “Kadın Hakları-III” temalı panel düzenlendi.
Hukuk Fakültesi konferans salonunda gerçekleştirilen panele; Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İhsan Cemil Demir, Kadın ve Aile Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Letife Özdemir, Müdür Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Mürşide Şimşek, Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcıları Doç. Dr. Mehmet Aykanat ve Dr. Öğretim Üyesi Hakan Kaşka ile birlikte öğretim elamanları ve öğrenciler katıldı.
Moderatörlüğünü Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Aykanat’ın yaptığı panelde; Pamukkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Öğretim Üyesi Fatma Duygu Bozkurt, AKÜ Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kadın ve Aile Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Mürşide Şimşek ve Arş. Gör. Dr. Ezgi Fulya Akkuş konuşmacı olarak yer aldı.
“5 Aralık 1934 tarihi Türk kadını için bir dönüm noktası”
Panelin açış konuşmasını yapan Kadın ve Aile Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Letife Özdemir, 5 Aralık tarihinin Dünya Kadın Hakları Günü olarak kutlandığını ifade etti. 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Gününün yalnızca kadınların sahip olduğu hakları kutlama zamanı olmadığını aynı zamanda bu hakların kazanılması için verilen mücadeleyi anımsama ve geleceğe yönelik sorumlulukları hatırlama fırsatı olduğunu söyledi. Özdemir, “5 Aralık 1934 tarihi Türk kadını için bir dönüm noktasıdır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Bu yenilik sadece Türkiye’de değil tüm dünyada eşitlik mücadelesi adına önemli bir örnek olarak tarihe geçmiştir. Atatürk’ün ‘Kadınlarını geride bırakan toplumlar geride kalmaya mahkumdur’ sözü her şeyi açıklamaktadır. Kadınların haklarını savunmak sadece kadınların değil toplumun tüm bireylerinin ortak görevidir” diye konuştu.
“Pozitif ayrımcılıklar kanuna yansıdı”
Açış konuşmasının ardından “Kadın Hakları-III” temalı panele geçildi. Panelde konuşma yapan Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Moderatör Doç. Dr. Mehmet Aykanat, bütün hakların bir gelişim süreci takip ettiğini ve hakların kazanılmasının ve bir hak şuurunun ortaya çıkmasının son 100 yıla tekabül ettiğini dile getirdi. Aykanat, “Bizde de 1934 yılında gerçekleşiyor. Ne geç kalmışız ne de öncülerdeniz. 1930 yılında aslında yerel anlamda muhtarlık ve belediye başkanlığı anlamında seçme ve seçilme hakkı veriliyor. 1934 yılında anayasada ve diğer kanunlardaki değişikliklerle bu hak tanınmıştır. 2000’li yıllarda ise çeşitli kanunlarda pozitif ayrımcılık yapan düzenlemelerle kanunlara yansıdı” dedi.
“Yoksulluğun cinsiyeti kadın”
Panelde; “Kadının İnsan Hakları Perspektifinden Yoksulluk Nafakası” konulu sunumu yapan Pamukkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Fatma Duygu Bozkurt, yoksulluk nafakası ile ilgili yargı kararlarına bakıldığında yoksulluğun bir cinsiyetinin olduğunu söyledi.
Bozkurt, şunları söyledi:
“Ne yazık ki yoksulluğun cinsiyeti kadın. Yoksulluğun cinsiyeti kadınlarla ilgili olduğu anlamına gelmiyor. Bu kişilerin etnik grubu, sosyal sınıfı coğrafyası bir çok şeyle ilgili. Ama bunların her birinde dahi kadınlar ve erkekler yoksulluğu aynı şekilde tecrübe etmiyor. Kişinin yapılabilirliğini, cinsiyeti, toplumsal cinsiyeti ve toplumsal rolleri de belirliyor. Kişilerin aynı zamanda gelir elde etmesini değil, bu gelirini kapasiteye dönüştürmesini de etkiliyor. Yoksulluğu kapasite yoksulluğu olarak değerlendirirsek bu beraberinde insan hakları ihlallerini getiriyor. Yoksulluğun özelliklerini yoksulluğun hangi alanlarda nasıl göründüğünü istatistiki veriler bize verse de sadece istatistiğe odaklanırsak toplumsal cinsiyetin kadın yoksulluğunu yaratma biçimini perdelemiş oluruz. Biz kadın yoksulluğunun sebeplerini sonuçlarını anlamadan genel yoksunluktan ayrışan yönlerini görmeden politikalar yaparsak kadın yoksulluğunu kalıcılaştırmış oluruz. Kadın yoksulluğu geçici veya istisnai değil yapısal bir sorun. Kadın yoksulluğunun belirleyicileri; eğitim, eğitimdeki eşitsizlik, istihdamdaki eşitsizlik ve hane içi eşitsizliktir.”
“Evlenen kadının soyadı, 11. ve 12. yüzyıl İngiltere’sini işaret ediyor”
Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kadın ve Aile Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Dr. Öğretim Üyesi Mürşide Şimşek ise “Anayasal Bağlamda Evlenen Kadının Soyadı” konulu sunumunda soyadı kavramını açıklayarak soyadının bir kişinin kişiliğine sıkı sıkıya bağlı kişilik hakkı olmakla birlikte kişinin sosyo-psikolojik anlamda bir sembolü olduğunu kaydetti. Şimşek, “Soyadınız, doğduğunuz andan itibaren sizinle hemhâl olur. İçsel ve psikolojik bağlılık oluşur. Bununla birlikte daha da önemlisi bulunduğunuz toplumda soyadınız sizin aidiyetinizi ve belirli bir soya bağlılığınızı belirtir. Dolayısıyla da o aile de ile birlikte bir bütünlük içerisinde şerefinizi, statünüzü belirleyen bir olguya dönüşmüştür” ifadelerini kullandı. Soyadının tarihsel sürecini anlatan Şimşek, “Nitekim Türk toplumu ve Avrupa toplumuna tarihsel anlamda baktığımızda; geleneksel aile yapı içerisinde babaların adı ile kızlarının anıldığını görüyoruz. Evlenen kadının soyadı meselesi literatüre baktığımızda; 11. ve 12. yüzyıl İngiltere’sini işaret ediyor. İngiltere’de soyadı uygulaması ve daha sonrasında evlenen kadın soyadı uygulamasında babasının soyadını bırakıp eşinin soyadını kullanmasına başlayacağı gibi bir sürecin yaşanmaya başladığını görüyoruz. Evlenen kadın aslında psikolojik ve sembolik olarak belirli soy bağı ve soy kütüğünden ayrılıp yeni bir soy kütüğüne geçiyor” dedi.
“Kadın, 1997 yılında yapılan değişikle soyadını kullanabiliyor”
Türk Medeni Kanununda yer alan maddeler ve yapılan değişikliklerle soyadını anayasal bağlamda açıklayan Şimşek, ” Türk Medeni Kanununu 1926 yılında İsviçre’den aldık. Bu kanunda ‘koca aile birliğinin reisidir’ diyor. Ortada bir iktidar ilişkisi var. Bu iktidar ilişkisi eşitliğe dayanan bir ilişki değil. Kocayı önde tutan ve onu lider tutan bir ilişki. Hemen akabinde karı kocanın aile ismini taşır maddesi yer alıyor. Kanunun ilk halinde kadının kendi soyadını kullanabilme imkanı yok. Evlendikten sonra sadece kocasının soyadını kullanabilme imkanı var. Buna ilişkin 1997 yılında bir değişiklik yapılıyor. 1997 yılında toplum değişmiş, koşullar değişmiş, kadın kendi soyadını da kullanabilmek istiyor. Buna ilişkin talepler artınca 743 sayılı kanunda bir değişiklik yapıldı” ifadelerini kullandı.
“Sanayi Devriminden sonra kadına şiddet görünür hale geldi”
AKÜ Hukuk Fakültesi Arş. Gör. Dr. Ezgi Fulya Akkuş, “Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Anayasal Fikirlerin Göçü” adlı sunumunda kadınlara ve kadına yönelik şiddet meselesinin Sanayi Devriminden sonra görünür olduğunu belirtti. Akkuş, “Çünkü kapitalizmin etkisiyle evde sadece erkeğin çalışması değil, kadın ve çocukların çalışmak zorunda olduğu bir düzen yerleşmiştir ve hala devam ediyor. Kadınlar toplumsal hayata böyle girdi. Maddi sebeplerden kadınlar bu dünyaya girdi. Kadınlar dört duvarın dışına çıkmaya başladılar o zaman kadına yönelik şiddette görünür hal aldı. Öncesinde kadına şiddet hep evin içerisindeydi. Artık kadınlar daha görünür oldu ve kadına yönelik şiddette daha görünür oldu. Zaten şiddet vardı. Biz sadece bunu daha fazla görüyoruz” diye konuştu.
Panel soru cevap bölümünün ardından sona erdi.