Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, Afyonkarahisar İl Milli Eğitim Müdürlüğü Öğretmen Akademileri kapsamında kurulan Şehir ve Kültür Akademisinin 2. dönem ilk programında “Şehrin Kültürel Çalışmaları ve İnsana Etkisi” konusunu anlattı.
Afyonkarahisar İl Milli Eğitim Müdürlüğünde gerçekleştirilen konferansa; Afyonkarahisar İl Milli Eğitim Müdürü Miraç Sünnetci, müdür yardımcıları ve öğretmenler katıldı.
AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, “Şehrin Kültürel Çalışmaları ve İnsana Etkisi” konulu sunumunda şehir ve insan, geleneksel, modern ve post-modern şehirlerin değişim dönüşümleri ve insana etkilerini anlatarak değerlendirmelerde bulundu. Günümüzdeki kurumsal formuyla öğretmenlik mesleğinin şehirlerde ortaya çıktığını ifade eden Karakaş, “Öğretmenlik mesleğinin yeşerdiği ve kök saldığı temel yerleşim alanı olan ve insanoğlunun çok büyük bir kısmının yaşamını sürdürdüğü, mekâna ruh veren ve medeniyetlerin inşa edildiği yerleşim birimleri şehirlerdir. Öğretme işi, hayatın her alanında ve her anında olan bir süreçtir. Ancak bir meslek olarak ortaya çıkışı ve yaygınlaşması ağırlıklı olarak şehir hayatında gerçekleşmiştir. Bu nedenle şehir ve insan etkileşimi, çok önemlidir ve belirleyici sonuçları olan bir etkileşim biçimidir.” dedi.
“Şehirler, hafızalarıyla tarihsel sürekliliğini sağlayabilen mekânlardır”
Şehir sosyolojisi başlığının içerisinde mekân, çevre, hukuk, eğitim, kültür, medeniyet gibi konuların olduğunu söyleyen Karakaş, “Şehirler, tıpkı insanlar gibi canlıdırlar. Sadece fiziki yapıdan yani bedenden ibaret değillerdir, aynı zamanda ruh ve hafızaya da sahiptirler. Bundan ötürü de tarihsel sürekliliğini sağlayabilen mekânlardır. Şehir mekânları, tıpkı insan gibi etkileyen, etkilenen ve hafızası bulunan dolayısıyla da bünyesinde birtakım sırlar taşıyan mekânlarıdır.” diye konuştu.
Şehirlerin, insanlar gibi belleklerinin olduğunu; bu bellek ile şehirlerin sinesinde olanı geleceğe taşıdığını ve sinesinde ne varsa gelecek nesillere bunu fısıldadığını belirten Karakaş, şunları söyledi:
“Mesela Horasan, Taşkent ya da Buhara’yı gördüğünüzde bu şehirler size Türk-İslam medeniyetinin sanatını, felsefesini fısıldar, ahlakını söyler; bunu hissedersiniz. Paris’i gördüğünüzde ise size Rönesans’ı fısıldar ve anlatır. Paris, modern kent yapısının ve modern kent yapısı içerisinde şekillenen modern insanın kente yansıttıklarını size söyler. Çünkü Paris, modern kentin ilk tipik örneğidir ve Batı modernitesinin zihniyetini yansıtmaktadır. Londra biraz daha farklıdır; aristokrasiyi, burjuvayı ve kapitalizmi yansıtır. Amerikan kentleri ki, Chicago bunun tipik bir örneklerinden biri olarak ilk gökdelenlerin yapıldığı şehirlerdir. Amerikan modernleşmesini size anlatır. Kapitalizmin zirvesini size söyler. Dolayısıyla şehirler, gerçekten sinesinde topladığı sırları, hafızalarında depolayabilen ve bunu da gelecek nesillere aktarabilen bir karaktere ve yapıya sahiptirler. Bundan dolayı diyoruz ki, şehirler ayrı bir sosyolojiyi temsil eder.”
“İnsan şehri inşa eder, şehir insanı şekillendirir”
Şehir insan ilişkilerinden bahseden Karakaş, şehrin ayrı bir sosyolojiyi temsil ettiğini belirterek şunları aktardı:
“Şehir, sadece kırdan farklılığını ifade ettiğimiz farklı bir sosyoloji değildir. Şehir aynı zamanda felsefedir, şiirdir, edebiyattır, tarihtir, kültürdür ve medeniyettir. Bütün bunları dikkate aldığımızda ve değerlendirdiğimizde şehirler, gerçekten de hayatın örgütlendiği ve tarihi şekillendiren mekânlardır. İnsan, şehrin en temel öznesidir. Coğrafi bir alanı mekân haline getiren insandır. Şehri kırdan farklılaştıran da insana bağlı olarak oranın farklı bir mekânsal yapıya ve ruha bürünmesidir. İşte bu farklılık şehirde ayrı bir atmosfer oluşturmakta ve bu atmosfer şehirde yaşayan insanlara yansımakta, şehirde yaşayan insanları şekillendirmektedir. Yani şehir-insan ilişkisinde karşılıklılık esasına dayalı bir etkileşim vardır. İnsan şehri inşa eder, şehir insanı şekillendirir. Böyle bir karşılıklılık esasına dayalı etkileşim ve ilişki biçimi bulunmaktadır. Şehrin bu karşılılıklık esasına dayalı ilişki biçiminde şöyle bir artısı vardır; bir defa insan şehri şekillendirdikten sonra şehre bir felsefe, bir sanat, bir edebiyat, bir ahlak sunduktan sonra şehir, hafızasında bunları biriktirip güçlü bir mekanizmaya dönüştürünce ondan sonraki süreçte şehir insan ilişkisinde daha belirleyici bir güç kazanmaktadır. Şehir-insan etkileşiminde sonraki süreçler açısından şehir daha belirleyici olmaktadır.”
“Rönesans ve Reform şehirlerin yapısını değiştirdi”
Geleneksel, modern ve post-modern şehirler olarak şehirlerin sınıflandırıldığını kaydeden Karakaş, “Geleneksel şehirler; felsefe, sanat, ahlak açısından oldukça güçlü mekanizmalara sahip olmuşlardır.” tespitinde bulunan Karakaş, Batı Avrupa’da meydana gelen modern gelişmelerle birlikte geleneksel şehir formunda değişimi şöyle açıkladı: “Modern şehrin geleneksel şehirden ayrılması ciddi anlamda bir farklılaşmadır. Şehrin yapısında ve karakterinde çok ciddi bir dönüşüm olmuştur. Dolayısıyla bu da insana yansımıştır. Şehrin hafızasını değiştiren bir gelişme olmuştur. Sanayi Devrimi, Fransız Devrimi ve Teknoloji Devrimi dediğimiz 16. yüzyılda başlayan ve esas ete kemiğe büründüğü 18. yüzyılda bir projeye dönüşüp hayatı şekillendiren gelişmeler bütünü esas itibariyle şehirde yaşanmış ve şehirleri ciddi anlamda değiştirmiştir. Artık şehir aşırı kozmopolit hale gelmiştir.” dedi.
“Modern sanayi şehri, bireyi özgürleştirerek bireyselleştirmiştir”
Kır ve şehir yaşamının farklılıklarından bahseden Karakaş, şunları söyledi:
“En temel fark, birinin yalın diğerinin karmaşık olmasıdır. Kırsal hayat, daha yalın ve sade bir yaşamdır. Şehir hayatı ise daha karmaşık, daha kompleks ve çok boyutlu bir yaşamdır. Kırda yaşayan insanın bu anlamda avantajları vardır; şehirde yaşayan insanların da avantajları vardır. Kırsal yaşamda hayatı sürdürebilmede tecrübi bilgi yeterli olabilir. Görerek öğrendiğimiz bilgi, kırsal yaşamın sürdürülmesini sağlayabilir. Şehir hayatında ise tecrübi bilgi yeterli görülmemiştir. Bununla birlikte bireysel ve kolektif aklın örgütlediği bir bilgi üretme mekanizmasına ihtiyaç duyulmuştur. Dolayısıyla bireysel ve kolektif aklın örgütlediği bilgi üretme mekanizmaları yani eğitim kurumları, şehirde neşvünema bulmuş, ortaya çıkmış ve bugünkü seviyesine gelmiştir. Bundan dolayı şehri kırdan farklılaştıran en temel boyutlardan birisi olarak hayatı sürdürmedeki metodun değişmesi tanımını yaparız. Modern sanayi şehrinin bu özellikleri, bireyi bir taraftan özgürleşmiş diğer taraftan da bireyselleştirmiştir. Şehrin çok boyutlu, aşırı kompleks ve kozmopolit yapısı güçlenince insan da bu yapıya yetişebilmek için hayatı daha yoğun bir şekilde yaşama zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Geleneksel şehirlerde insan, daha bireysel kahramanlık hikâyeleri yazabilirken, modern şehirlerde daha kolektif bir akla ihtiyaç duymuştur. Bireysel hikâye yazma daha da zorlaşmıştır. Modern şehrin bünyesinde de bireysel hikâyeler vardır ama esas itibariyle kolektif akıl ve kolektif üretme yöntemi üzerinden insan yaşamını sürdürmeye gayret etmiştir. Çünkü hayatın o çok boyutluluğuna ve kozmopolit yapısına yetişebilmek için çok farklı bilgilere ihtiyaç duymuştur. Bu bilgiyi edinebilmek için de kolektif akla gerek duyulmuştur. Bundan dolayı modern hayat aynı zamanda insan zihnini de parçalayan bir hayattır. Bundan dolayı sosyologlar gibi birçok sosyal bilim alanı modern kentin toplumsal yaşama getirmiş olduğu sorunlar üzerine de odaklanmışlardır. Modern şehrin bu karmaşık ve yoğun yapısı beraberinde şiddeti artırmış, suç oranlarını yükseltmiş ve suç işleme biçimlerini çeşitlendirmiştir. Bireysel ve kolektif bunalımlar bağlı olarak zaman zaman cinnet halleri yaşanmıştır.”
Modern kentin havasının bireysel manada insanı özgür kıldığını ama aynı zamanda insanı yalnızlaştırdığını belirten Karakaş, konuşmasına şöyle devam etti:
“Almanların bir sözü vardır; ‘kent havası özgür kılar’ diye. Modern kentin havası bireysel manada insanı özgür kılar ama aynı zamanda insanı yalnızlaştırır. Karmaşık yaşam içerisinde insan kaybolabilir. Nitekim bunun örnekleri çoğalmaya başlayınca bundan nasıl kurtuluruz, bunu nasıl aşarız sorularına cevap aranmaya başlanıyor. Eğitim kurumları yaygınlaştırmaya çalışılıyor, farklı eğitim modelleri üzerine fikirler üretiliyor ve modern kent yaşamının üretti psiko-sosyal patolojilere yönelik rehabilitasyon arayışlarına giriliyor. Modern kentin tıkandığı ve bunalımlara yol açtığı gerekçesinden hareketle çözüm önerileri sunuluyor, postmodern kent tasarımı bu önerilerden biridir.”
Post-modern kent
Bireysel çözümlerin toplumun genelinin sorunlarını çözebilecek çözümler olmadığını bu nedenle de yeni tasarımların oluşturulmaya çalışıldığını söyleyen Karakaş, post-modern kent ile ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Post-modern kent, geleneksel kentin ögelerini de modern kentin ögelerini de barındıran bir kent tasarımıdır. Çünkü geleneksel kent, sosyolojik anlamda cemaat yaşamını örgütleyen bir yapıya sahipti. Sosyolojik anlamda cemaat yapısı, birincil ilişkilerin de olduğu dayanışmanın bulunduğu bir etkileşim biçimidir. Kentler ise cemiyet yapısını üretmiştir. Orada daha ikincil, resmi ilişkiler egemendir. Birçok farklı özellikleri var tabii ki. Cemiyetin de, cemaatin de artıları yaşam için avantajları mevcut. Cemiyet ilişkileri bizim üretim kapasitemizi artırabiliyor; farklı bilgi üretme imkânları doğuruyor ama cemaat ilişkileri de dayanışma ve birincil ilişkilerle birlikte bizi bunalımdan kurtarıyor. Dolayısıyla cemiyet yaşamında cemiyet ilişkilerinin de bulunduğu bir kent tasarımı olsun. Bu tasarımın içerisinde eğitimi de buna göre örgütleyelim; mimariyi buna göre tasarlayalım; mekânları buna göre planlayalım şeklinde birtakım önermeler ortaya koyarak yeni bir post-modern kent yaşamı dediğimiz bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Hem modern ögeleri, hem geleneksel ögeleri hem de yeni modern sonrası dediğimiz ögeleri içerisinde barındırabilen bir kent tasarlayalım; toplumsal yaşamı da buna göre kurgulayalım; insanı da bu yaşamın içerisinde hem üreten hem de sorunlarını çözen etkin özne olarak varlığını sürdürelim şeklinde tasarımlar ortaya konulmuştur.”
Modern kentte avangart estetik anlayışı egemen
Modern kent mimarisinde “avangart estetik anlayışının” egemen olduğunu ifade eden Karakaş, “Bu avangart estetik anlayışı herkesi bir noktada toplamaktır. Beğenileri ortaklaştırma diyebileceğimiz bir anlayışı beraberinde getirmiştir. Oysa insan doğası tek boyutlu değildir. İnsan fıtratı kompleks bir yapıya sahiptir ve ihtiyacı da bu kompleks duruma göre farklıdır. Herkesin ihtiyacı aynı değildir. Maddi ve manevi anlamda ihtiyaçlar her bir birey için farklıdır. İnsanın ihtiyaçlarını karşılayabilecek yani insan doğasına dönüş; yeniden romantizm üretme, yeniden hayal edebilme, beğenileri ve düşünceyi tek boyutta ortaklaştırma değil, farklılıkları ortaya çıkarma, her şeyi bütünde toplamak değil, parçalarda hakikat üretme anlamında bir arayıştan söz ediyoruz. Bu arayışın en önemli sorunu ise sınırlar belirleyememesidir. Çünkü davranışların, duyguların, istek ve arzuların, beğenilerin, dostluğun ve düşmanlığın, normalin ve anormalin sınırlarının nerede olacağı yani bir bütünü parçaladığınız zaman nereye kadar gideceğini ön görmeniz de lazım.” şeklinde konuştu.
“En temel sorun; değerler ve ahlak sorunudur”
Post-modern düşüncenin en temel sorununun sınırları tayin edememesi olduğunu kaydeden Karakaş, şöyle devam etti:
“Çünkü sınırları açtığımızda taleplerin nereye kadar uzanacağını olumluluk ve olumsuzluk dengesinin dolayısıyla da toplumsal dengenin nasıl kurulacağını da hesaplamanız, öngörmeniz gerekir. Gündelik kent yaşamında, toplumsal, siyasal ve ekonomik alanlarda bugün yaşadığımız sorunların büyük bir kısmı, bütünlüklerin parçalanmasından ve sınırların tayin edilememesinden kaynaklanmaktadır. Bugün yaşadığımız en temel sorunlar nelerdir diye baktığımızda; birçok sorun sayabiliriz ama o sorunların en temelinde olan sorun değerler ve ahlak sorunudur. Bugün değerlere bağlı davranma biçimi neredeyse yok olma tehlikesi ve tehdidi ile karşı karşıyadır. Bunun örneklerini sadece ekonomik yaşamda görmüyoruz. Yani çıkarlar bağlamında güçlü olanın haklı olduğu anlayışının güç kazandığı bir sisteme doğru giden bir dünya var. Siyaset de toplumsal yaşam da böyle şekillendiriliyor. İnsan da kendini buna göre örgütlüyor ve buna göre kendisine konum arıyor. Dolayısıyla post-modern düşüncenin o sınırları tayin edemeyen ve ön göremeyen yaklaşımı, liberalizmin ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ söyleminin öyle bir önünü açıtı ki; her şeyin hayatın içine dâhil edilebileceği ve meşru görülebileceği söylemini egemen kıldı. Bu düşüncenin yine neşvünema bulduğu, örgütlendiği ve yayıldığı mekânlar, kentler oldu. Bunlar bizim ekonomik, siyasal sistemlerimize yansıdığı gibi eğitim sistemlerimize de yansıdı. Kentler bütünlerin parçalandığı, her türlü farklılığın legalleştiği bir mekanlara dönüştü. Oysa toplumsal düzende bazı farklılıklar marjinal kabul edilir ve düzeni bozan farklılıklar olarak görülür. Düzeni bozan farklılıklar ise gerek kanunlarla gerekse gelenekler ve informal normlarla kontrol altına alınarak toplumsal düzen devam ettirilir. Dolayısıyla marjinal farklılıklar bir özgürlük gibi sunulduğunda toplumsal düzeni yok etme gibi tehditle karşı karşıya kalırsınız. Yani marjinalin özgürlükle tanımlanma sınırlarının da iyi belirlenmesi gerekiyor. İnsan aklı her şeyi üretebilir. İnsanın tahayyülünün sınırlarını henüz tanımlayamadık. Neyi tahayyül edebilir noktasında sınırlanmış bir tanım yok. Çünkü sürekli akıl üretiyor. Tekâmül var. Sürekli gelişiyor. Hatta bugün içinde bulunduğumuz zaman diliminde şöyle bir sıkıntıyla da karşı karşıyayız. Elektronik teknoloji ile birlikte şehirler adeta elektronik bahçeli bir yaşam alanına dönüştü. Yapay zekânın insan hayatına girmesiyle birlikte maddi gelişme çizgisi dediğimiz çizgi, aldı başını gitti.”
Medeniyetin iki temel gelişme çizgisinin olduğunu ifade eden Karakaş, maddi ve manevi gelişmeler hakkında şunları söyledi:
“Geleneksel, modern ve post-modern şehirlerde maddi ve manevi gelişim çizgisini görürüz. Bunlar paralel seyrettiklerinde toplumsal yaşam dengelidir. Dengede gider ama biri diğerinin önüne geçtiğinde o denge bozulur. Bugün maddi gelişim çizgisi manevi gelişim çizgisinin çok çok önüne geçmiş durumda. Bugün mühendislik ve tıp bilimleri o kadar çok gelişmiş ki; buna karşılık sosyal bilimler, teoloji, sanat ve ahlak alanındaki gelişmeler bu maddi gelişim çizgisinin oldukça gerisinde kaldı. Dolayısıyla sosyal bilimciler, sanatçılar, edebiyatçılar ve din âlimleri olarak bu süreci yakalayamadık. Bir ıskalama var ya da diğeri çok hızlı koşarak gidiyor. Dolayısıyla günümüzde, maddi gelişim çizgisinin sunduğu imkânların manevi gelişim çizgisi ile birlikte tanımlanamamasının getirmiş olduğu sorunları yaşıyoruz. Dünyada bir türbülans hali var. Bunu tespit etmemiz ve önlemlerini de insanlık olarak almamız gerekiyor. Aksi takdirde bu gelişme çizgisini eline geçiren gücü de eline geçirmiş oluyor. Gücü eline geçiren de diğerlerine adeta yaşama hakkı tanımıyor gibi bir atmosferle bugün karşı karşıyayız. Şehrin zamanın ruhuna göre bir şekil değiştirdiğini ve bu şekilde zamanın ruhu tarafından içerik kazandığını görüyoruz. Zamanın ruhuna göre şekillenen şehir formları bünyesinde gerçekleşen bütün kültürel üretimler, insanın yaşam alanlarının tamamına yansıyarak onun hem bireysel hem de kolektif olarak şekillenmesini sağlıyor.”
“Post-modern kent parçalanmış insan profili oluşturdu”
Dayanışmacı insandan bireysel insana bireysel insandan parçalanmış insana çeşitli biçimlerde şekillenen fotoğraflara bakarak tanımlanabilecek insan profillerinin oluştuğunu söyleyen Karakaş, “Bu genel manada dayanışmacı insan profili, geleneksel şehrin ürettiği profilken; bireysel insan profili, modern kentin, modern şehrin ürettiği insan tipi, parçalanmış insan ise post-modern kentin üretmiş olduğu bir insan profili olarak karşımıza çıkıyor. Şehirdeki bu mekanizmalar, şehir kültürü dediğimiz genel müktesebatı beraberinde getiriyor” diye konuştu.
“Modernite kır ve kent yaşamını zıtlıklar üzerine kurgulamıştır”
Şehir kültüründen bahseden Karakaş, şu bilgileri paylaştı:
“Şehir kültürü; insan profillerini, siyasal yaşamı, eğitimin örgütlenme biçimini, sanatı, edebiyatı, şiiri, felsefeyi içeren genel bir müketesebattır. Şehir kültürü dediğimiz zaman aslında çok genel bir kavramdan bahsediyoruz. Şehir kültürü, kültür kavramının bize vermiş olduğu anlamın çok ötesinde aslında içsel olarak medeniyeti de bünyesinde taşıyan bir kavramsallaştırmadır. Kültür ile şehir kültürü kavramını aynı tutmamak gerekir. Çünkü kültür medeniyet ayrımı yaptığımızda biz kültürü daha çok davranış ve etkileşimler bütünü olarak tanımlarız. Medeniyeti ise sanat, felsefe, ahlak ve gelişme olarak tanımlarız. Medeniyet aynı zamanda zihniyettir ama kültür, zihniyetin tezahürleridir. Dolayısıyla medeniyet kültürü kapsayan bir genişliğe sahiptir. Kültürü daha milli, medeniyeti ise daha beynelmilel olarak nitelendiririz. Şehir kültürü ise bu kültür kavramının dışında tanımlanan, medeniyeti de içeren bir yapıya sahiptir. Bu özelliği ile zaten çok güçlü mekanizmalar üretmiştir. Modern kent anlayışı medeniyet bütünlüğünün parçaları olan kır kenti ayrıştırarak zıtlıkları üzerinden tanımlamıştır. Modernite kır ve kent yaşamını zıtlık üzerine kurgulamıştır. Cemaat ve cemiyet, kır ve kenti temsil eder. Bunların zıtlığı üzerine kurgulanmıştır. Bu yüzden de toplum teorilerini modern sosyal bilimciler; sosyologlar, antropologlar, tarihçiler bu zıtlıklar üzerine açıklarlar. 1950’li yıllardan sonraki gelişmeler, bu zıtlığın mekan doğasına uygun olmadığı yönünde bir düşüncenin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.”
Yüzde 88 şehirde, yüzde 12 kırda yaşam
Kent yaşamının, kır yaşamına egemen olduğunu söyleyen Karakaş, konuşmasına şöyle devam etti:
“Bugün geldiğimiz noktada çok ciddi anlamda ve çok ciddi bir şekilde kırsal alanlar adeta yok olmuştur. Neredeyse kürenin tamamı kentsel yaşam alanına dönüşmüştür. Hala kırsal yaşam alanları var ama oralara gittiğinizde de kent yaşamının ögelerini ağırlıklı olarak bulmanız mümkündür. Bugün geldiğimiz nokta budur. Mesela Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’nin nüfusunun yüzde 80’i kırda, yüzde 20’si ise şehirlerde yaşıyordu. Bugün geldiğimiz noktada yüzde 88 şehirde, yüzde 12 kırda yaşam var. Bu bile bize yüzyıllık süre içerisinde ne kadar hızlı bir kent yaşamı lehine değişim olduğunu göstermektedir. Bu da gayet doğaldır. Çünkü kırsal yaşamda tecrübi bilgi ile hayatı sürdürmek mümkünken kent yaşamında bireysel ve kolektif aklı örgütlemek zorundasınız. Çünkü ihtiyaçlar çeşitlenmiştir; bu çeşitlenmiş ihtiyaçlara cevap verebilmek için önce bilgisini üretmeniz daha sonra da onu somut mamule dönüştürmeniz gerekiyor. Bu mekanizma kentlerde kurulduğu için iletişim ve ulaşımın artmasıyla da birlikte kent yaşamı diğer yaşam alanlarına egemen olmaya başlamıştır. Bazı teorilere göre gelecekte bütün yaşam alanları kentsel yaşamdan oluşacaktır. Gelişmeler de bize bunun olabileceğini gösteriyor. Yine kırsal yaşamın davranış ve üretim biçimleri olacak ama kentte de tarım yapılabilecektir. Nitekim şu anda da yapılabiliyor.”
“İnsan, özne olmaya devam etmektedir”
Özgürlüğün bireysel insan ve parçalanmış insan tipini de beraberinde getirdiğini ifade eden Karakaş, “Kent havası özgür kılar sözü özellikle Almanların çok kullandığı bir sözdür ama bu özgürlük bireysel insan ve parçalanmış insan tipini de beraberinde getirmiştir. İnsan fıtratının karmaşık ve derinlikli yapısının ihtiyaçlarının şehir hayatında karşılanması ve yeni ihtiyaçlarına şehir kültürü içerisinde cevaplar aranması gayet doğaldır. Kent kültürünün güçlü yapısı ve karakteri ne kadar değişse de onda doğup büyüyecek insana ve ona dışarıdan gelmiş yeni insanlara yön verme, şekil verme, içerik ve ruh kazandırma gücü devam edecektir. Bu ilişkide insan ne kadar etkiye maruz kalsa da, bana göre özne olmaya devam edecektir. Çünkü kent tarihi ve kent insan ilişkileri tarihi bize gösteriyor ki, insan kentin bu güçlü yapısı karşısında ne kadar etkilenen varlık olursa olsun tarihin belli bir döneminde kenti temelinden etkileyerek dönüştürebilme gücüne sahip olmuştur; bu da insanın doğasının bir hakikatidir. Ancak bu noktada, yapay zekânın gücünün sınırlarının ne olacağı konusunda açık bir öngörünün olamayışını ve sınırlarının ne olacağı konusundaki kaygıları da parantez içerisinde düşünmek gerekir.” dedi.
Konferans, soru cevap bölümün ardından Afyonkarahisar İl Milli Eğitim Müdürü Miraç Sünnetci’nin, AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş’a teşekkür ederek plaket takdim etmesiyle sona erdi.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |