Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) ev sahipliğinde “Dijitalleşen Dünyada Bir Yetişkin Yetiştirmek” temasıyla düzenlenen 13. Okul Öncesi Eğitimi Öğrenci Kongresi açış konferansında konuşan Eğitimci Yazar Dr. Erdal Atabek, günümüzde her bireyin adeta vazgeçilmezi haline hızla gelen cep telefonu, internet gibi imkanların bir araç olduğunun bilincinde hareket edilmesi gerektiğini belirterek, aksi halde bu araçların bireyi kullanabileceğini söyledi. Atabek, “Dijital kültürde üretim de var tüketim de var. Belirleyici husus bunu nasıl kullandığımızdır. Dijital araçlar adı üstünde araçtır. Cep telefonu bir araçtır. Televizyon, Facebook, e-posta bunların hepsi birer araçtır. Bizim kullanmamız gereken araçlardır. Ancak kullanmasını bilmediğiniz araç sizi kullanır. Bu bindiğiniz arabadan cebinizdeki paraya kadar geçerlidir. Eğer onu iyi kullanamazsanız o sizi kullanır. Cebinizdeki paraya ya da kullandığınız arabanın gaz pedalına teslim olursunuz. Kullandığınız cep telefonuna teslim olursunuz ve oyun oynarken saatleriniz geçer” dedi. Atabek, bilim, sanat ve hayatın paylaşıldığı süreç ve ölçüde güzel, yaratıcı ve üretici olduğunu belirterek, gelinen aşamada dünyanın dijital kültürde geri dönülemez bir noktada olduğunu ifade etti. Atabek, “Geriye dönülmez biçimde dijitalleşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Geriye dönülmez diyorum, çünkü dünyanın geriye dönülmez evreleri vardır. Tarım toplumu 10 bin yıl devam etti. Avcılık ve toplayıcılıktan dünyamızın tarım toplumuna, yerleşik tarıma dönmesi geri dönülemez bir adım olmuştur. 10 bin yıl devam ettiği tahmin edilen tarım toplumundan sonra 300 yıl endüstri toplumu kendi paradigmaları ile dünyaya egemen olmuştur. Yaklaşık olarak da 50 yıldan beri bilgi toplumunda yaşıyoruz. Aynı zamanda bir küreselleşmeyle birlikte yaşıyoruz. Dijital kültürün küreselleştirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Bunlar geri dönülemez adımlardır. Eğer biz çağın gerekleriyle yaşamayı öğrenemezsek, kazanmak yerine kaybederiz. Bu çok önemli bir nokta olup bunu öğrenciye öğrenmemizde fayda vardır” diye konuştu.

Üretmeyen çocuk sabretmez ve beklemez

Konuşmasında kendi çocukluğu ile şimdiki zaman çocuklarına ilişkin örnekler aktaran Atabek, iki çocukluk arasındaki temel farkın üretmemek ve bunun değerini bilmemek olduğunu aktardı. Atabek, doğadan kopuk yetişen neslin bir “kayıp” olduğunu belirterek şöyle konuştu:

“Çocukluğumda 2 katlı ve bahçeli bir evde yaşıyorduk. Ben 5 yaşımdayken bahçeye mısır ekiyordum. Babam öğretmendi. İlçenin de Milli Eğitim Müdürlüğünü yapıyordu. Öğretmen okulunun ilk mezunlarındandı. Annem de eğitime ilgi duyan bir kadındı. Bahçede bir arkadaşımla mısır ekerdik. Ektiğimiz yerleri sulamamız öğretilirdi. Her sabah sulardık. Horoz ve tavuk yetiştirirdik. Biz suladığımız mısırların toprakta büyüdüğünü ve mısır verdiğini gördük. 5 yaş çocukluğumu anlatmanın bir nedeni var. Biz orada bunları yaparken sabretmeyi, beklemeyi ve üretmeyi öğrendik. Su verdiğimiz bir tohumun büyüdüğünü gördük.  Su vermeye devam ettiğiniz bir bitkinin ürün verdiğini gördük. Bunlar bugün çocuklarımıza öğretemediğimiz şeylerdir. Bugün 5 yaşında bir çocuğumuz bunu yapmadığı için sabretmeyi bilmiyor ve beklemeyi öğrenemiyor. Bunu yapmadığı bir ürünün nasıl geliştiğini göremiyor. Çocuklarımızı alıp alışveriş merkezlerine gidiyoruz ve çocuklarımız orada her şeyi yapay görüyor. Meyveleri manavda görüyor. Hayatında bir kiraz ağacı görmeden kirazı dalında görmeden büyüyen erişkinlerimiz var. Bunları kayıp sayıyorum.”

Kuzey Avrupa ülkelerindeki orman anaokullarında çocuklar doğayı öğreniyor

İnsanoğlunun doğadan çok fazla şey öğrendiğini ifade eden Atabek, “Asla unutmamız gereken bize en çok şey öğreten doğadır. Her gün 24 saat bize pek çok şeyi anlatan içinde yaşadığımız doğadır” dedi. Atabek, insanoğlunun doğadan öğrendiklerini çocuklarına aktarması gerektiğine işaret ederek, “Her sabah doğan güneş her akşam batan güneş, her gün bize ışığını saçan bir sistem. Biz bunu çok fark etmiyoruz. Mevsimlerimiz, kıştan bahara geçişimiz, bahardan yaza girişimiz, sonbahar, kış. Mevsimlerin binlerce yıldır şaşmayan ritmi bize bir şey öğretiyor. Dikkat etmeyi, görmeyi, bakmayı, anlamayı ve düşünmeyi öğretiyor. Bunları çocuklarımıza öğretmeliyiz. Çocuklarımız bu yaşam dersleri görmeli” diye konuştu. Atabek, Kuzey Avrupa ülkelerinde doğa merkezli bir okul öncesi eğitim sistemi olduğunu belirterek, “Bugün Finlandiya’da, Hollanda’da, Danimarka’da orman okulları var. Okulları ormana kurmuşlar. Çocuklar ormana gidiyor. Sabahleyin ormana gidip, eğitimlerini orada sürdürüp akşam evlerine dönüyorlar. Yaz ve kış da durum böyle. Ormanda her koşulda yaşamayı, her koşula uygun giyinmeyi, her koşulda yapacakları şeyleri öğreniyorlar” ifadelerini kullandı.

Günümüz artık üretim değil tüketim çağı

Ebeveynlerin çocuklarını iyi yetiştirmeye ve dünyayı öğretmeye çalıştıklarını ifade eden Atabek, “Biz çocukları iyi yetiştirmeye ve dünyayı öğretmeye çalışıyoruz. Paylaşmayı ve üretmeyi öğretmek istiyoruz ama bugün dünya üretim dünyası değil, bugün dünya tüketim dünyası. Çocukluğumdaki o ekilmiş mısırlar, o yetişin horoz ve tavuklar üretim dünyasının unsurlarıydı. Biz üretiyorduk. Biz üreticiydik. Üretim değerlerimiz vardı. Ürettiğimiz için seviniyorduk. Ürettiğimiz için değer kazanıyorduk. Biz ürettiğimiz zaman annemiz babamız bize aferin diyordu” dedi. Üretim toplumunun değerinin üretmek olduğunun altını çizen Atabek, şöyle devam etti:

“Üretim toplumunun değeri üretmektir. Bugün tüketim toplumunun değerleri ile yaşıyoruz. Bugün sahip olduğumuz değerlerle yaşıyoruz. Bugün sahip olduğumuz şeylerde kendimize değer veriyoruz. Evimizle, arabamızla, cep telefonumuzla, kolumuzdaki saatlerle kendimize değer veriyoruz. Biz kendi değerlerimizle değerli olmayı öğrenmeliyiz. Dürüstlük, çalışkanlık, paylaşımcılık, verimlilik, uyumluluk bizim değerlerimizdir. Öğrenmek ve paylaşmak bizim değerlerimizdir. Bunların hiçbirinde sahip olduğumuz değerler yoktur. Dünyada Einstein ya da Newton gibi isimler hala hatırlanan ve bilinen insanlar vardır. Bu insanları sahip oldukları şeylerle ölçmedik. Onların ne marka arabaları olduğunu hatırlamıyoruz. Onların servetleri yaptıklarıdır. Onların kollarına taktıkları saat veya gözlük markası değildir. Bunları bizim öğrencilerimizle paylaşamız lazım.

Dijital kültürde araçlar sizi kullanabilir

Dijital kültürde üretim ile birlikte tüketimin de var olduğuna dikkat çeken Atabek, teknolojik araçlarla bireyin ilişkisini dikkatli biçimde oluşturması gerektiğini vurgulayarak. Atabek, şunları kaydetti:

“Belirleyici husus bunu nasıl kullandığımızdır. Dijital araçlar adı üstünde araçtır. Cep telefonu bir araçtır. Televizyon, Facebook, e-posta bunların hepsi birer araçlardır. Bizim kullanmamız gereken araçlardır. Ancak kullanmasını bilmediğiniz araç sizi kullanır. Bu bindiğiniz arabadan cebinizdeki paraya kadar geçerlidir. Eğer onu iyi kullanamazsanız o sizi kullanır. Cebinizdeki paraya ya da kullandığınız arabanın gaz pedalına teslim olursunuz. Kullandığınız cep telefonuna teslim olursunuz ve oyun oynarken saatleriniz geçer. Yapılan araştırmalarda çocukların artık yürümedikleri, koşmadıkları belirtiliyor. Nerede bu çoçuklarımız? Ekranın karşısındalar. Bilgisayarın karşısındalar ve ne yaptıklarını bilmiyoruz. Çünkü artık çocukların kendi odaları ve bilgisayarları var.”

Çocuk eğitimde merkeze alınmalı

Günümüzde çocukların adeta kendileri olmalarına izin verilmeyen bir ortam oluştuğunu anlatan Atabek bunun yanlışlığına dikkat çekerek, eğitim programlarına yön verecek olanın çocuğun kendisi olduğunu ifade etti. Atabek, şunları söyledi:

“Bir çocuğu yetiştirirken onu kendisi yapmalıyız. Kendi benliği buldurmalıyız. Çocuk yuvalarının isimlerine bakıyoruz, deha çocuk evi, mükemmel çocuk yuvası. Çocukların sürekli olarak dahi oldukları, her yaptıkları şeyin övgüyle karşılandığı bir dönemden geçiyoruz. Anneler çocuklarının her şeylerini övmekle kendilerini yükümlü hissediyorlar. Çocuk bir resim yaptığı zaman Picasso deniliyor. Birkaç piyano tuşuna bastığında Mozart yetişiyor deniyor. 1’den 10’a kadar saydığı zaman geleceğin Einstein’ı olarak tanımlanıyor. Bırakın çocuk kendisi olsun. Ben bir çocuk yuvası açsaydım adını doğal çocuk yuvası koyardım. Kendi olan çocukların yetişmesi için. Bana göre bizim çocuğa ne öğrettiğimizden çok çocuğun bize ne öğrettiği önemlidir. Aslında bir eğitim programına yol gösterecek olan da çocuğun kendisidir. Rehberimiz çocuk olacak. Çocuğun bir genetik yapısı var. O çocuk bir kültürün içinde yetişiyor. O çocuğa bakıp, onun ihtiyaçlarını anlamaya çalışacak ve ona cevap vereceğiz. Dijital kültür o ihtiyaçlara bana göre cevap vermiyor.”

Dijital kültürde iletişim kuruyor ancak düşünmüyoruz

Çocukların 5 duyu ile algıladıklarını belleklerine kaydettiğini dile getiren Atabek, “Küçük bir çocuğun yetişmesinde 12 ay, 24 ay, 36 ay, 48 ay ve 72 ay var. Bu çocuk 5 duyu ile algılıyor. O 5 duyu diye aldıklarını belleğine kaydediyor. Kayıt ettikleri ile muhakeme ediyor ve onlarla hayal kurarak kendi dünyasını yaratıyor. Görme, işitme, tatma, dokunma ve koklama bunlar” dedi. Atabek, “10 günlük bir bebek annesini sütünün tadıyla, onun kokusuyla ve onu emerken dokunma duyusu ile tanıyor. Annesinin yüzünü görüyor ve belleğine kaydediyor” diye konuştu. İnsanların 5 duyusu ile dünyayı algıladığını hatırlatan Atabek, “Biz 5 duyumuzla dünyayı ve hayatı algılıyoruz. Oysa dijital dünya bizim 5 duyumuzu desteklemiyor. Görsel ve işitsel duygularımızı değiştiriyor ama diğerleri işin içine giremiyor. Dijital kültür hızlı bir kültürdür. Televizyonla hızla geçiyor, müzik hızla geçiyor, yazılar hızla geçiyor. Önümüzde her şey hızlı. Bir e-posta bir tuşa bastığınızda binlerce kilometre uzağa gidiyor. Bu hız pek çok işimize yarıyor ama bize düşünmeyi kaybettiriyor. İletişim kuruyoruz ama düşünmüyoruz. Çünkü düşünmek yavaş işleyen mental bir işlevdir. Düşünmemiz için mental işlemin yavaşlaması lazım” şeklinde konuştu.

Çocuk asla yetiştirilecek bir obje değildir

Bir çocuğun asla yetiştirilecek bir obje olarak görülmemesi gerektiğine işaret eden Atabek, çocuğun öğretmenlerin rehberliğinde kendini yetiştirdiğini ifade etti. Atabek, “Bir çocuk sizin yetiştirmeniz gereken bir obje değildir. Yetişmesine rehberlik etmeniz gereken bir insandır. Onun yetişmesine siz rehberlik edersiniz ama o kendisi yetişir. Öğrenci, öğretmenin kendisine bir şey öğrettiği bir kişi değildir.  Öğretmenin rehberliğinde kendisi öğrenen kişidir. Öğrenci kendisi öğrenir. Öğretmen sadece bir rehberdir. Aksi halde öğretmen bilgileri aktarır, öğrenci de ezberler ve onu tekrarlar. Bu öğrencilik değildir” diye konuştu. Atabek, Türkiye’deki eğitim sisteminin en temel sıkıntısının da eleştirel düşüncenin öğretilmesi olduğunu ve bunun sonucunda da insanların bilgiyi öğrense bile düşünmeyi öğrenemediğini de sözlerine ekledi.

Açılış konferansının sonunda Eğitimci Yazar Dr. Erdal Atabek’e Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak tarafından plaket takdim edildi.

26 Nisan 2018, Perşembe 553 kez görüntülendi