Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Eğitim Fakültesi tarafından 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla “Afyon Kocatepe Üniversitesinde Öğretmen Eğitiminin 30 Yılı” konulu konferans düzenlendi.
Abdullah Kaptan konferans salonunda gerçekleştirilen konferansa; AKÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Murat Peker, Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Ali Gazel, Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcıları Prof. Dr. Bülent Aydoğdu ve Doç. Dr. Eray Eğmir ile öğretim elemanları ve öğrenciler katıldı.
Konferans, saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasının ardından Devlet Konservatuvarı öğrencilerinin müzik dinletisi ile başladı. Konferansta Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Ergün, “Afyon Kocatepe Üniversitesinde Öğretmen Eğitiminin 30 Yılı” konusunu anlattı.
“Öğretmeni Öğretmenler mi yetiştirir?”
Prof. Dr. Mustafa Ergün, Türkiye’de 1981 yılında Milli Eğitim Bakanlığının 4 yıllık Eğitim Enstitülerinden 10 tanesini Öğretmen Okulu yaptığını belirterek, “Bunlar YÖK ile birleşince Eğitim Fakültesi olarak üniversitelere bağlandı. Bunlar normalde lise öğretmeni yetiştiren bölümlerdi. Fen Edebiyat Fakültesinden buraya akademisyen arkadaşlar geçti. Fen Edebiyat Fakültesi akademisyenleri ile Eğitim Fakültesi akademisyenleri arasında öğretmen yetiştirme tartışması ortaya çıktı” dedi. Almanya’da 20. yüzyılın başında öğretmenlerin yetiştirilmesi ile ilgili bir tartışma yaşandığını kaydeden Ergün, “Almanya’da 1900’lü yıllarda yaşanan bir tartışmada vardı. Öğretmeni öğretmenler mi iyi yetiştirir? Akademisyenler mi? Tartışması vardı. Bizim 1982 yılındaki olgu Almanya’da yüzyıl başında yaşandı. Milli Eğitim Bakanlığının en önemli işi o zamanlar öğretmen yetiştirmekti. Bunu elinden kaçırınca Bakanlık çok hayıflandı” diye konuştu.
“Öğretmen yetiştirmek için birçok model denendi”
Türkiye’de öğretmen yetiştirmek için birçok modelin denendiğini anlatan Ergün, “Bizde köye öğretmen yetiştirme hep bir problem oldu. Çünkü Osmanlının kurduğu öğretmen okulları ancak şehir ve büyük kasabalara öğretmen yetiştirebiliyordu. Çok idealist yetiştiriliyordu. Çalıkuşu’nun Feride’si gibi yaşamlar yoktu. Öyle bir Anadolu köyü anlatılıyordu ki çocuklara; çocuklar Anadolu köyüne gidiyor; kokudan daha ilk günden geri kaçıyordu. Anadolu köylerinde öğretmen durmuyordu” ifadelerini kullandı. Ergün, Cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmen yetiştirme modelinin var olduğunu belirterek, “1928 yılında Köy Öğretmen Okullarını kurduk. Ama bu öğretmen okulları 1932 yılında kapandı. Kötü kurgulanması ve 1930 ekonomik bunalımından dolayı kapandı. 1931-1932 yılında hiçbir memur ve öğretmen ataması olmadı. Dolayısıyla o okullardan mezun vermenin manası kalmadı. Bakanlık atama yapmayacağı için kapandı” diye konuştu.
“Köy enstitüleri eğitim tarihimizin yüz akıdır”
Köy Enstitüleri bir model olmasının yanında Türkiye eğitim tarihinin yüz aklarından biri olduğunu kaydeden Ergün, şunları belirtti:
“Bu tarihlerde Köy Enstitüleri Modeli kuruldu. Enstitü olarak tasarladılar. Bu eğitim kurumu köy öğretmeni, sağlıkçı, tarım teknisyeni, ebe ve aşçı yetiştirecekti. Böyle çok fonksiyonlu bir kurum olduğu için enstitü dedik. Maalesef sadece öğretmen yetiştirme bölümünü çalıştırabildik. Diğer bölümler çalışmadı. O zaman kızları bu okullara almak ve okulda tutmak önemli olduğu için ebelik bölümlerini hiç açamadık. Derslerin büyük bir kısmı uygulamalıydı. Kültür dersleri yüzde 20, uygulama dersleri ise yüzde 80 oranındaydı. Şehir öğretmen okullarında ise denge tam tersiydi.”
“Kitaplar öğrenmenin ilk kumasıdır’”
Ergün, teorik eğitimin önemini vurgulayarak, “Bilginin en iyi test edilebilir şekli işe sokulmasıdır. Uygulanabiliyorsa bilgi doğrudur, uygulanamıyorsa bilgi yanlıştır” dedi. Türkiye’de eğitim alanında yaşanan en büyük sorunun teorik eğitim olduğunu belirterek, şu bilgileri paylaştı:
“Bizim en büyük sorunumuz teorik eğitimdir. Friedrich Wilhelm Nietzsche buna ‘Şu anda eğitim İskenderiye girdabına düşmüştür. Bu girdaptan kurtulmadan eğitim eğitim olmaz. İskenderiye girdabı da İskenderiye eski çağların en büyük kütüphanesidir. Kitap döngüsüne düşmüştür diyor. Teori girdabına düşmüştür, bu teori girdabından çıkartmadan biz eğitimi düzeltemeyiz’ diyor. Bu teori girdabının sorumlusu da kitaplardır. Kitaplar da öğrenmenin ilk kumasıdır. Öğretmenler milattan önce 500’lü yıllarında Çin’de, Hindistan’da, Mısır’da kitaba şiddetle karşı çıkmışlardır. Sözel eğitim, doğrudan öğretmenden eğitim. Onlara göre kitap anarşi demekti. Kitaptan öğrenilmez, öğretmenden öğrenilir. Yazı öyle etkili ki sonunda öğretmenler kaybetti. Kitap eğitim sisteminin içine öğretmenin kuması olarak girdi. Şimdi ikinci kuma ise bilgisayar ve internettir.”
“Bolvadin’de köy enstitüsü modeli ile çalıştım”
Konferansta eğitimci olarak yaşadıklarına ilişkin bilgiler veren Prof. Dr. Mustafa Ergün, şöyle konuştu:
“YÖK kurulduğunda Almanya’daydım. Malatya ve Elazığ’da üniversiteler kuruldu. Ben Malatya’da göreve başladım. Orada işler iyi giderken Afyonkarahisar’a üniversite kuruldu. Şehabettin Beyle İzmir’de bir jürinin yemeğinde tanıştık. Rektör olunca telefon hayırlı olsun diye telefon ettim. Beni buraya çağırdı. Sonra YÖK’ten bir telefon geldi. Fen Edebiyat Fakültesi dekanı olarak Afyonkarahisar’a atandınız denildi. Eğitim Fakültesi Uşaktaydı. Uşak’a gittim. Ne Eğitim Fakültesi ne de başka bir şey vardı. Heyetle toplantı yaptık. Vilayette toplandık. Vedat Bey ‘2 bina var hocam’ dedi. İlkokul binasına taşındık. Köye gittik. Basının diline düştük. Daha sonra Afyonkarahisar’a geldik. Benim kadrom buranın Teknik Eğitiminde, Eğitim Fakültesi yok. Ben buraya geldim. Rektör değişmiş. Yeni Rektör beni Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü olarak atadı.”
Ergün, enstitü müdürlüğünün ardından Bolvadin Meslek Yüksekokulunda 3 yıl süresince müdür olarak görev yaptığını belirterek, şunları söyledi:
“Bolvadin Meslek Yüksekokulunda köy enstitüleri modeli ile çalıştım. Bolvadin Meslek Yüksekokulunda taşlar ve ahşap kapılar ürettik. Eylemsel eğitim esastır. İşe dönüştürülmüş bilgi kazandırmıyoruz. Eğitim Fakültesi kurulmuş 3 ay geçmiş başına vekil dekan atanmış. Eğitim Fakültesi dekanı olarak atandım. Buradaki fakültelerde Uşak’ta yaşananları yaşadı. Fen Edebiyat Fakültesi 4-5 yer değiştirdi. Buraya geldik Eğitim Fakültesi kuracağız. Dekanlar aynı yerde, sekreterler aynı yerde ve herkesin mobilyası değişik. Bizim dekanlık kuruldu. Daha sonra dekanlık odası tahsis edildi. İktisat Fakültesinde çalıştık. Daha sonra bu binaya geldik. Neticede ben 2 dönemde burada dekanlık yaptım.”