15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü kapsamında Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) ve Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi (AFSÜ) iş birliğinde “Dünden Bugüne Yargıda 15 Temmuz” konferansı düzenlendi.

Atatürk Kongre Merkezinde düzenlenen törene, Afyonkarahisar Vali Yardımcısı Kübra Teymur, Afyonkarahisar İkmal ve Garnizon Komutanı Tuğgeneral Osman Alp, Afyonkarahisar Adli Yargı Komisyon Başkanı Fatih Serdar Köken, AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş,  AFSÜ Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş, Afyonkarahisar Belediye Başkan Yardımcısı Murat Öner, Afyonkarahisar Baro Başkanı Turgay Şahin, İl Genel Meclisi Başkanı Burhanettin Çoban, AKÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Şuayıp Özdemir ve Prof. Dr. Murat Peker, AFSÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Adem Aslan ve Prof. Dr. Ümit Dündar, il müdürleri, şehit yakınları ve gaziler ile AKÜ ve AFSÜ akademik ve idari personeli katıldı.

AKÜ Bolvadin Uygulamalı Bilimler Fakültesi Dekanı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Fişne’nin moderatörlüğünde gerçekleştirilen konferansta Yargıtay Üyesi Ömer Faruk Aydıner, “Dünden Bugüne Yargıda 15 Temmuz” konusunu anlattı.

Şehitlerimiz ve gazilerimizle ne kadar övünsek azdır”

Panelin açış konuşmasını yapan AFSÜ Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş, 15 Temmuz 2016 tarihinde Türk milletinin büyük bir direnişle onurlu bir zafer elde ederek hainlerin planlarını bozmayı başardığını ifade etti. Okumuş, “Hepimizi derinden etkileyen, yüreklerimizi sızlatan alçak darbe girişiminin akabinde devleti ele geçirmeye çalışanlara karşı müthiş bir mücadele sergilendi. Söz konusu mücadele milletimizin desteğiyle son hain etkisiz hale getirilinceye kadar da devam edecek. 15 Temmuz gecesi ve sonrasında FETÖ-PDY örgütü ve iş birlikçilerinin oyunu karşısında kararlı bir faktör ve en önemli özne olarak sahne alan ve bu oyunu bozan şehitlerimizle ve gazilerimizle ne kadar övünsek azdır” diye konuştu.

“Bizleri zaafa sürükleyen 2 tehlike var”

FETÖ ve benzeri alçak yapılanmaların sağlık açısından zaafa sürükleyecek 2 temel tehlikeyi içerdiğini ifade eden AFSÜ Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş, şunları kaydetti:

“Bu tür olaylar karşısında bizi zaafa sürükleyecek 2 temel tehlikemiz var. Bunlardan birisi unutkanlık. Birisi de yeni neslimiz. İnsanlar istemli ya da istemsiz olarak bildikleri gördükleri şeyleri unuturlar. Bu bizim için çok ciddi bir tehlike. Bu olaylar yeni nesle mutlaka anlatılmalı. Günümüzde etrafımızdaki uyarıcıların fazlalığı hafızamızın dolmasına neden oluyor. Günümüzde hafıza kaybı çok arttı. Ülkemizde ciddi yaralar bırakan darbe gibi girişimlerin unutturulmaması gerekiyor. İkinci bir olay da darbeler 10-15 yılık aralıklarla büyüklü küçüklü gerçekleşmiş. Darbe girişiminin üzerinden 7 yıl geçti ve 7-8 yıl sonrasında 2016 yılında doğan nesil 15’li yaşlara gelmiş olacak. Bu yeni neslin etkilenmesi ve ele geçirilmesi çok kolay. Bu yüzden yeni nesle bu tarz olayları unutturmamanın, bundan sonra olacak darbe girişimlerini engellemenin en önemli etkenlerinden birisi olacağını düşünüyorum.”

“15 Temmuz hain darbe girişimi, emperyalizme yaslanmış iş birlikçi bir örgüt tarafından yapıldı”

AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş ise 15 Temmuz’un Türk demokrasi tarihinin ve demokratikleşme sürecinin karşılaştığı darbelerin son halkası olduğunu söyledi. Karakaş, “Bu bir darbe girişimiydi ama gerçekleşmiş bir darbe olmadı. Darbenin sonuçlarına benzer sonuçları oldu ve bir darbe girişimi olarak tarihimize geçti” dedi. Niteliklerinden dolayı 15 Temmuz darbe girişiminin daha önce tanık olunan ve tarihte okunulan darbelerden farklı özellikleri bulunduğunu belirten Karakaş, sözlerine şöyle devam etti:

“15 Temmuz hain darbe girişiminin en öne çıkan karakteri, emperyalizme yaslanmış iş birlikçi bir örgüt tarafından yapılmış olmasıydı. Bu çok önemli bir tespittir. Bu durum, darbe girişimine karşı direnişin örgütlenmesi için en önemli motivasyon kaynağıydı. Milletimiz bunu hissetti ve bu karakterini görerek daha önceki darbelerde görmediğimiz bir direniş gerçekleştirdi. İkinci bir özelliği ise dini kisveye bürünmüş, milletimizin saf dini duygularını devşirerek güç kazanmış bir yapının girişimi olmasıdır. Bunun da daha önceki darbe girişimlerinde olmayan, altı çizilmesi gereken, üzerinde araştırmalar yapılması gereken ve ders çıkarılması gereken bir husus olduğunu düşünüyorum. Tabi ki birbiriyle ilişkili özellikler bunlar. Bir diğeri ise ihanet karakteri taşıyor olması. Vatanseverliğin ötesinde vatanı kurtarma, devleti kurtarma gibi daha önceki darbelerde gördüğümüz karakterin dışında bir ihanet çevresi söz konusu. İhanet konusunda hiçbir sınır tanımayan; tanklarıyla, tüfekleriyle, milletimizin öz silahlarıyla önüne çıkan her engeli adeta yok ederek kaldırmayı amaçlayan ve bunu gerçekleştiren bir karakter ortaya koymuştur. Diğer darbelerden ayrılan bir başka özelliği ise daha önceki darbelerde hiç karşılaşmadığımız bir direnişin ortaya çıkması. Yani bu girişim karşısında milletimiz çok hızlı bir şekilde, daha önce prova yapmış gibi örgütlendi ve bu darbe karşısında şanlı bir direniş gösterdi. Bu da yine darbeler tarihimizde görmediğimiz özelliklerden bir başkasıydı.”

15 Temmuz hain darbe girişimin üzerinden 7 yıl geçtiğini ve yeni bir neslin yetişmesi, yeni neslin tarihine ilişkin algılarının değişmesi açısından 7 yılın önemli bir süre olduğunu kaydeden Karakaş, “7 yıl, hız çağında yaşadığımız bir dönemi de dikkate aldığınızda, hafızamızın ve algılarımızın çok hızlı değiştiğini düşündüğümüzde önemli bir süre. Bundan dolayı bu girişim üzerine temel soruları sormak, bunlara ilişkin açıklamalar ortaya koymak ve hatırlamak çok önemli. Yeni nesillerin geleceğini daha sağlam bir şekilde inşa edebilmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu örgütün nasıl oluştuğunu, darbe sürecine nasıl geldiğini, darbeyi nasıl gerçekleştirdiğini, dinle ilişkisini nasıl kurduğu, devlet yapılarıyla ilişkisini nasıl kurduğu, toplumdaki farklı kesimlerin nasıl devşirildiği gibi ve tabi ki darbe sürecine giden yolda kurumlar içerisinde nasıl örgütlendiği gibi soruları sorarak anlamlı cevaplar ortaya koymamız gerekmekte ki bu tür toplantılar da bu amaca uygun olarak gerçekleştiriliyor” ifadelerini kullandı.

Afyonkarahisar Vali Yardımcısı Kübra Teymur ise 15 Temmuz’un devlet ve milletin aydınlık geleceğine yöneltilmiş en alçak darbe girişimlerinden biri olarak başladığını ifade etti. Teymur, “Kadın erkek çocuk yaşlı demeden hür ve cesur yürekli milyonlarca vatandaşımızın meydanlarda ve sokaklarda verdiği mücadeleyle hızla bertaraf edildi. Elbette o gecenin kahramanları bu aziz milletin tek tek ferdidir. O gece tarihe gömülen ihanet sahipleri ise 7 yıldır bağımsız Türk yargısının ellerinde adalete hesap veriyorlar. Hak ettikleri cezaları aldıklarından ve alacaklarından hiç şüphemiz yok. Kimsenin de şüphesi olmasın. Yargı her zaman en adil kararı verecektir” dedi.

“15 Temmuz darbe girişiminin ‘ihanet boyutu ve dış boyutu’ çok belirgin”

Açış konuşmalarının ardından AKÜ Bolvadin Uygulamalı Bilimler Fakültesi Dekanı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Fişne’nin moderatörlüğünde gerçekleştirilen Yargıtay Üyesi Ömer Faruk Aydıner’in “Dünden Bugüne Yargıda 15 Temmuz” temalı konferansına geçildi. 15 Temmuz hain darbe girişiminin Türkiye’deki darbe girişimlerinin son halkasını oluşturduğunu belirten Fişne,  şunları söyledi:

“Türk siyasal hayatına baktığınız zaman yaklaşık 10 yılda bir darbe olduğunu görüyoruz. 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 post-modern darbesi, 27 Nisan 2007 e-muhtırası ve 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi şeklinde sıralanabilir. 15 Temmuz darbe girişimini diğer darbelerden farklı kılan en belirgin özelliği; ihanet boyutu ve dış boyutunun çok belirgin olmasıdır.”

“FETÖ, 1960’lı yıllardan beri devletin içine sızan bir örgüt”

Moderatör Prof. Dr. Mustafa Fişne’nin konuşmasının ardından Yargıtay Üyesi Ömer Faruk Aydıner’in “Dünden Bugüne Yargıda 15 Temmuz” konulu konferansına geçildi. Aydıner, FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 yılında ortaya çıkmadığını belirterek önce FETÖ tarihini anlattı. Aydıner, “1960’lı yıllardan beri Türkiye’nin içerisinde  var olan ve devletin kurumlarına sızan bir örgütten bahsediyoruz. Türkiye’nin siyasal tarihine baktığımızda kişi merkezli kültler olduğunu görürüz. Bunlar, kimi zaman din adamları, kimi zaman ise siyasilerden oluşur. Bu kültler insanları etrafında toplayarak toplumu idare eder ki bu yöntemin uygulanabilir olduğu, geçmiş incelendiğinde görülebilecektir” dedi.

“Emperyalizm kişi bazlı kült oluşturdu”

Sistemi besleyenlerin din üzerinden bir metafor oluşturarak kişi bazlı kültler oluşturduğunu ifade eden Aydıner, tarihi süreci şöyle anlattı:

“1960 yıllardan sonra din merkezli bir akım başlamıştı. Geçmişte dine karşı ciddi bir baskı vardı. İnsanların dinini yaşamaması için ciddi zorlamalar vardı. Buna karşı başkaldırışlar vardı. Bu piyasayı iyi gören emperyalizm, bu piyasada bizim kontrolümüzde olan birileri olmalı diye düşündü. Kişi bazlı kült oluşturdu. Kişi bazlı fraksiyon oluşturdu. Bu kişinin ismi Fetullah Terör Örgütünün Elebaşısı Fetullah Gülen’di. Bir vaizdi. Halkı etkiliyordu. Yer ve zemin tutuyordu. O dönem sistemi besleyen efendiler, din üzerinden bir metafor meydana getirmenin daha faydalı ve kendi lehlerine olacağını iyi düşündüler. En önemli konu Kur’an ve sünnet üzerinden değil, kişi üzerinden insanların dinini öğreneceği bir ideoloji meydana getirdiler. Fetullah Gülen ne derse bir dindi. Onun kitapları dışında kitap okumak yasaktı. Bu örgüte mensup olanlar dışında görüşmek yasaktı. Bunların ideolojisi dışında ideoloji üretmek veya bu ideolojilere karşı gelmek kınanan bir anlayıştı. Hatta cezalandırılan bir anlayıştı. Bu sistem sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yerinde uygulandı.”

 “Acımasız örgüte karşı 2010 yılında hareket başladı”

FETÖ’nün 1994 yılından sonra çok hızlı bir şekilde yükseldiğini belirten Aydıner, FETÖ’nün 2010 yılından sonraki eylemlerini anlatarak, “İlk İHH’nın İsrail’e gemi göndermesini kınayan mesajı sonrasında yargı içerisinde, Suriye politikasında Türkiye’nin DAEŞ’i desteklediği izlenimini vermeye çalıştılar. Hatay ve Adana’da MİT’in tırları durduruldu. Türk İstihbaratının Suriye’de DAEŞ’i desteklediğine dair gerek medyada, gerek yargı içerisinde bir sav ortaya atıldı ve soruşturmalar başlatıldı. Şu anki Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın tutuklanma istemi, hatta Sayın Cumhurbaşkanımızın ameliyat anında olmasını da fırsat bilerek farklı eylemler içerisine girmeleri bunların gerçek niyetlerini ortaya çıkardı. Süreç içerisinde Cumhurbaşkanımızın da koordinesinde 2010 yılından itibaren bu acımasız örgüte karşı devlet içerisinde bir hareket başlatıldı” ifadelerini kullandı.

“İlk tutuklanan FETÖ’cü Hakim Mustafa Başer”

FETÖ’nün ilk olarak 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde yargıya darbe yaptığını kaydeden Aydıner, FETÖ’nün yargıdaki yapılanmasına dair şu bilgileri paylaştı:

“O zamanki Başbakanımızı yolsuzluk yapıyor şeklinde ithamlarda bulunarak toplum nezdinde itibarsızlaştırmak, ortadan kaldırmak, cezaevine atmak ve kendi sistemlerini o şekilde kurmak, yani soft bir darbe yapmak ilk etaptaki planlarıydı. O dönemde sistem içerisinde yıllardır bunlardan nefret eden bir yargı ve emniyet kurumunun olduğunu unuttular. Yargı ve emniyette çok güçlüydüler ama yıllarca şahsımın da yer aldığı bunların zulümlerine maruz kalarak gerçek niyetlerini gören bir nesil de vardır. 17 Aralık’ta bu nesil devreye girdi. O zamanki Sayın Başbakanımızın koordinesinde 17-25 Aralık kumpas yargı darbeleri önlendi. Bu soruşturmalara bakan biri olarak bu dosyaların tamamen kumpas, tamamen kes, böl, yapıştır şeklinde toplumu yönlendirmek ve algı oluşturmak amacıyla kurgulanan dosyalar olduğunu söyleyebilirim. O dönemde Zekeriya Öz, Fikret Seçen gibi bir dönem Balyoz soruşturmalarının kendilerine emanet edildiği isimler ön plana çıkmaktaydı. Bunlar bunu o dönemde de denediler ve başaramadılar. Bu süreç devlet içerisinde milli duruşla hareket eden insanlarda ciddi bir refleks meydana getirdi ve FETÖ’nün devlet içerisindeki yapılanmasına karşı çok sert tedbirler almaya devletin kurumlarını itti. Birçok kurumda öne çıkan FETÖ’cüler görevden alınmaya başlandı. Birçok alanda İstanbul’da FETÖ soruşturmalarına başladık. Hatta bir kısmını da tutukladık. O dönem ilk tutuklanan Mustafa Başer adlı hakimdi. Başer, Silivri’deki FETÖ mensuplarını usulsüz şekilde tahliye etti. Biz bunu tutuklamaya sevk ettik ve tutuklandı. Başer, ilk tutuklanan FETÖ yargıcıdır. Bu süreci gören FETÖ, 15 Temmuz 2016 yılına ilişkin daha sert bir tedbir alınması gereğini hissetmiş olacak ki 15 Temmuz 2016 tarihini bize yaşattılar.”

“Yurtta Sulh Konseyi oluşturdular”

15 Temmuz hain darbe girişiminin Türk demokrasi tarihindeki diğer darbelerden çok farklı olduğunu ifade eden Aydıner, “Bu darbeyi diğer darbelerden farklı kılan unsurlara baktığımızda; diğer darbelerde 30-40 civarında tank kullanılır, halk da hemen kuzu gibi teslim olur, kimse sesini çıkarmaz ve darbe başarılı olurdu. Oysa bunda çok fazla bir güç var karşınızda. Yaklaşık 40’a yakın helikopter, 37 F-16 uçağı, 3 savaş gemisi, yaklaşık 400’ün üzerinde ağır savaş aleti var, 4 binin üzerinde hafif silah var ve 10 bin civarında da darbeci asker var. Tüm bunlara halkımız karşı durdu. 251 şehidini verdi ve bugünkü zaferi kazandı. Bu darbenin diğerlerinden diğer bir farkı ise Yurtta Sulh Konseyi adında bir konsey oluşturdular. Bu konsey cumhuriyetin temel ilkelerini korumak gibi eski argümanlara atıf yapıyordu. Bir taraftan da halkın bir kesimine mesaj veriyor. O kesimi elinde tutmak istiyordu. Bir kesime de yolsuzluk yapan hükümetten hesap sormak gerekçesini veriyordu. Böylelikle gerekçe oluşturuyordu. Bildiri sonrası anayasayı değiştirmek istiyorlardı. Daha önceleri de anayasayı değiştirmek istiyorlardı. Bunun diğerlerinden farkı şu; diğerlerinde en yakın zamanda özgür seçimler olacak deniyordu. Bunda o yoktu. Bunda sıkıyönetim mahkemeleri kurulacak ve bu ülkeye ihanet edenler yargılanacaktır diye ayrıca bir ibare vardı. Açıkça niyetlerini belli ediyorlardı. Bunun dışında diğerlerinden açıkça farkı Avrupa Birliğine ve Birleşmiş Milletler ilkelerine uygun hareket edeceğiz diye de adeta sizin sadık bir köleniziz diye de bildirinin eklerinde ibareler bulunuyordu.”

“Darbenin söylemlerine baktığımız vakit temel faktör İslam dini”

15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra Dünya basınının 15 Temmuz Darbe Girişiminde darbeye kalkışan askerleri mağdur gösterdiğini ifade eden Aydıner, Batı medyasına dair şunları söyledi:

“O dönemde darbeden sonra BBC, CNN, Washington Post, Der Spiegel, Times gibi öne çıkan gazete ve dergilerin internet sayfalarında ‘endişeliyiz’, ‘otoriter ve baskıcı Erdoğan’a karşı askerler isyan etti’ gibi başlıklar atıldı. Burada mağdur FETÖ’cü asker, suçlu Erdoğan’dı. Fotoğraflarda darbeci askerlerin yakalandıkları an, kelepçeli halleri servis edildi. ‘Bunlara baskı, eziyet, işkence yapılıyor, Uluslararası Af Örgütü nerede’ şeklinde başlıklar, altyazılar ve köşe yazıları yazıldı. Yani darbe teşebbüsünün başından o Ağustos ayı boyunca ‘ülkede baskıcı bir rejim var, buna başkaldıran askerler var, bu askerler başarılı olamadı ve Erdoğan daha önceki gücünü katlayarak baskıcı bir rejim kurdu’ şeklinde işlendi ki bunu sistem içerisindeki FETÖ’cülerin ihracına dayandırdılar. Fotoğraflar darbeci askerlerin görüntüleriydi. Oysa ki 251 şehidimiz vardı. Tanklar altında canını feda eden, kendini siper eden çok sayıda askerimiz, polisimiz ve vatandaşımız vardı. 16 Temmuz sabahı 6.30’da Külliyenin önüne bomba atıldı ve 15 vatandaşımız şehit oldu. Gölbaşında Özel Harekat Daire Başkanlığında 51 polisimiz şehit oldu. Batı medyası tarafından bu şehitlerimiz hiç gündeme getirilmedi. Amerikan Fox TV darbe gecesi darbeciler için ‘bunlar bizim çocuklarımız, bunların kazanması lazım’ diye haber yaptı. Hatta daha öteye gittiler. Bu mücadele İslam ile bizim mücadelemiz dediler. Bu darbenin bu söylemlerine baktığımız vakit temel faktör İslam dini.”

15 Temmuz gecesi Florya Hava Harp Okulundaki askerlere DAEŞ Atatürk Havalimanına saldırdı gerekçesi ile emir verildiğini söyleyen Aydıner, “15 Temmuz’da Florya Hava Harp Okulunda tanık sıfatıyla dinlediğim 100’e yakın askerin beyanı; ‘Komutanımız Albay Hüseyin Özdemir DAEŞ, Atatürk Havalimanını bastı onları kurtarmaya gidiyoruz’ şeklindeydi. DAEŞ 17 gün önce basmıştı. 17 gün önceki DAEŞ’in saldırısı 15 Temmuz’daki darbede Atatürk Havalimanını ele geçirmek için bir gerekçeydi. Bu, DAEŞ’i FETÖ’yü ve PKK’yı idare edenler tarafından yaptırıldı. 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’nin hiçbir yerinde buna benzer olaylar gerçekleşmedi. Bunların hepsi darbe öncesi Türkiye’de asayişsizlik var diye bir yeri ele geçirmek için yapılan hamlelerdi” dedi.

Konferans, soru cevabın ardından Yargıtay Üyesi Ömer Faruk Aydıner’e plaket ve çiçek takdimi ile sona erdi.

Konferans öncesi AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş’ı makamında ziyaret eden Yargıtay Üyesi Ömer Faruk Aydıner AKÜ Şeref Defterini de imzalayarak Rektör Karakaş’tan AKÜ hakkında bilgiler aldı.

14 Temmuz 2023, Cuma 1068 kez görüntülendi