Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Türk Tarih Kurumu, Afyon Kocatepe Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Araştırma Merkezi iş birliğiyle “Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp ve Sosyoloji Sempozyumu”nun Açılış Oturumu, Sempozyum Düzenleme Başkanı ve AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş başkanlığında “Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp’i Yeniden Düşünme” temasıyla gerçekleştirildi.

“Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp’i Yeniden Düşünme” temasıyla gerçekleştirilen açılış oturumunda Prof. Dr. İsmail Coşkun, Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı ve Prof. Dr. Hacı Bayram Kaçmazoğlu konuşmacı olarak yer aldı. Açılış Oturumu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karakaş yaptığı konuşmasında çağdaş Türk ve düşünce tarihinin en önemli isimlerinden birisi olan Ziya Gökalp’in fikirlerini yeniden masaya yatırmak, yeniden müzakere etmek, düşünmek ve değerlendirmenin yanında günümüzün meselelerini anlamak, yorumlamak ve geleceğe dair projeksiyonlar oluşturmak açısından önemli olduğunu kaydetti.

Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı sunumunda Ziya Gökalp’in düşüncelerinin ilk dönemde de merkezi bir yer olmakla beraber iki dönemde de haklı şekilde değerlendirildiğini ifade etti. Kayalı, “Bu değerlendirmeler ölümünden hemen sonra 1948’de başlayan değerlendirmelerdir. Türkiye’nin somut siyasal kültürel değişimine eşlik etmektedir. Temel değişiklerse 1980’den itibaren Ziya Gökalp’e yönelik değerlendirmelerin farklılaşmasıdır” dedi. Gökalp’in düşüncelerini Türkiye’nin temel dinamikleri çerçevesinde belli bir ölçüdeki değişiklik doğrultusunda formüle etmesinin yanında pragmatizmle ve şartlar çerçevesinde değişimle nitelemek eğilimine sahip olduğunu onunla ilgili yazılan metinlere de etki ettiğini görmemiz gerektiği kanaatindeyim” dedi. 1950’li yılların başlarından 1980 yılına kadar Türkiye’de sosyal bilimcilerin Ziya Gökalp ile ilgili olumlu düşünceler beyan ettiğini kaydeden Kayalı, “Aynı zamanda olumlu düşüncelerin Türkiye’de siyasetle iştigal edenler için de söz konusu, hatta siyasette farklı yerlerde bulunan entelektüellerin Ziya Gökalp değerlendirmeleri ilk dönemde birbiriyle paralellik arz etmektedir” dedi.

“Gökalp’e 80’li yılların sonuna kadar  Durkheim mütercimi olarak bakılıyordu”

Ziya Gökalp’in ilk dönem sosyologlarından daha fazla ikinci dönem sosyologlarıyla bariz bir farkı olduğuna dikkat çeken Kayalı, “Bu farkı temelde Prens Sebahattin- Ziya Gökalp ayrışmasında da görmek mümkündür. Bu bizim düşünce hayatımızdaki süreklilikle bariz bir şekilde ilgilidir. Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyoloji yaptığının farkındadır. Prens Sebahattin’e bakıldığında tipik bir batılı topluma dönüşüm halinde olacaktır ve Ziya Gökalp’e bakıldığında ise Türkiye’deki değişimin somut bir yorumu görülmektedir. Bu nedenle Gökalp’in sosyolojisinde bir tarihsellik vardır ve kültürel boyutluluk önemlidir” diye konuştu.

Kayalı, Gökalp’in kültür-medeniyet ayrımını yanlış bir biçimde yapsa bile kültürün özgünlüğüne yaptığı vurgunun Türkiye’deki düşünsel hayat içinde önemini koruyan bir çerçevede gelişmekte olduğunu aktardı. Kayalı, “1950’li yıllardan itibaren Türkiye’de kültürel ve siyasal hayatının farklılaşması Gökalp konusunun ötesinde Prens Sebahattin tartışmasını ve toplumu rahat bir biçimde dönüştürmesi konusunu meydana getirmektedir” dedi.

1980 yılına gelindiğinde Prens Sebahattin’in Türkiye’de yeni baştan gündeme geldiğini ve Türkiye’nin liberalleşmesine paralel olarak Ziya Gökalp eleştirisinin şekillenmeye başladığını dile getiren Kayalı, “Ziya Gökalp eleştirisinin Türkiye’nin her çevresinde şekillenmesinin bariz göstergeleri vardır. Bunlar geçmiş döneminin yeni yorumunu da beraberinde getirmiştir” ifadelerini kullandı. 1980’li yılların sonuna kadar hemen hemen herkesin Ziya Gökalp’e basit bir Durkheim mütercimi olarak baktığını belirten Kayalı, “Bu dönemde insanlar Ziya Gökalp’in mütercim olmasını istemektedir. Önemli olanın Batı düşüncesinin Türkiye’ye kritik olmadan aktarmak olduğunun tezahür ettiği görülür. Daha sonraki dönemde Batı düşüncesine karşı direncin olmasının caiz olmadığı şeklinde bir kanaatin ileri sürülmesi olarak kendini göstermektedir. Siyaset alanını aşan bir genel yaklaşım dinamiği kendini göstermektedir” dedi.

Bugünkü meselelere bakıldığında bile Gökalp’ten öğrenilecek pek çok şey olduğunu belirten Kayalı, “Berkes, Kanada’ya gittiği zaman 1953’te Orta Doğu’da çıkan bir mecmuada Gökalp üzerine bir metin yazıyor. Bu metin Gökalp’i kapsayacak ve Berkes’in kendisini gösterecek bir metindir. O metinden sonra Gökalp’in metinlerini İngilizceye çevirerek 1959 yılında yayınlıyor. Kitabın başında; ‘Ziya Gökalp kelimenin tam anlamıyla bir sosyolog, bir tarihçi ve bir edebiyatçı değildi. Ziya Gökalp bu memleketin can alıcı sorunları ile haşır neşir olmuş bir adamdı’ ifadeleri yer almaktadır. Bizim Ziya Gökalp’i tartışırken memleketin sorunlarıyla haşır neşir olması hasebiyle Türkiye’de sosyoloji, tarihçi ve edebiyatçı olduğunun bilincinde olmamız lazım” ifadelerini kullandı.

“Gökalp bir siyasal eylemciydi”

Prof. Dr. Hacı Bayram Kaçmazoğlu yaptığı konuşmada Ziya Gökalp’in anlaşılması için yalnızca yazdıklarının salt bilim mantığıyla okunmasının yeterli olmayacağını söyledi. Kaçmazoğlu, Gökalp’i anlamak için dönemin sosyo ekonomik koşulları, atmosferi, Türk aydınının psikolojisi, Batı emperyalizminin yürüttüğü politikaların göz önünde bulundurulması gerektiğinin altını çizerek, Gökalp’in özellikleri hakkında bilgi verdi. Kaçmazoğlu, Gökalp’in ‘siyasal eylemci’ bir yönünün olduğunu belirterek Gökalp’in üniversite özerkliği, sosyolojinin bir bilim olarak yer alması ve diğer sosyal bilimlerin gelişmesinde önemli roller oynadığını ifade etti.

Kaçmazoğlu, Gökalp’in siyasal eylemci yanı hakkında şöyle konuştu:

“Gökalp, sadece bir sosyolog değildir. Gökalp, üzerinde fazla durulmayan ama siyasal açıdan en önemli özelliklerinden biri onun eylemciliğidir. Gökalp’in sosyolojiden önce siyasal eylemciliği ve siyasetçiliği gelir. Bunun yanında Gökalp, düşünür, bilgin, örgütçü, teşkilatçı, sosyolog, şair, edebiyatçı ve akademisyendir. Diyarbakır İdadisinde yapılan törenlerden birinde ‘padişahım çok yaşa!’ yerine ‘milletim çok yaşa!’ diye bağırması sonucu açılan soruşturma neticesinde bir ceza almıştı. Bu bana göre Gökalp’in ilk eylemidir. Gökalp daha sonra İdadiden tasdikname de aldı. Bunun nedeni de yine görüşleri nedeniyle İdadideki ayrışmalardan kaynaklıdır. Asıl siyasal içerikli temasları İstanbul’a üniversiteye geldiğinde öğrencilik yıllarında İttihat ve Terakki cemiyetine girişiyle başlamıştır. Gökalp’in İstanbul’da doğrudan eylem yaptığı konusunda bir bilgi sahibi değiliz ancak, siyasal açıdan eğilimleri ve tarafı bellidir. Bazı üniversite öğrencileri gibi o da dönemin polisinden kaçınamaz ve polisin gözünde sakıncalıdır. Öyle algılanır. Her davranışı, ilişkileri ve yazışmaları yakından izlenir. Bir arkadaşına yazdığı mektuptan dolayı da tutuklanır, bir yıl kadar Taşkışla’da hapis yattıktan sonra Diyarbakır’a sürgüne gönderilir. Böylece eğitim hakkı elinden alındığı gibi, üniversite hayatına da son verilmiş olur.”

“Gökalp, teşkilatçı ve örgütçüdür”

Prof. Dr. İsmail Coşkun ise Ziya Gökalp’in doğrudan somut toplum meselelerine ilişkin bir bilim anlayışına sahip olduğunu ifade etti. Gökalp’in aileden devrimci olduğunu belirten Coşkun, “Ziya Gökalp, bulunan toplumsal ortamda bir haksızlık, kötülük, olumsuzluk ve adaletsizlik görüldüğünde buna müdahale etme anlamında devrimci diyorum. Ziya Gökalp, karakter olarak çok çekingen, içe dönük ve sakin olarak da tanımlanır. Gökalp, son derece teşkilatçı ve örgütçüdür. Genç Kalemler, Selanik’e geldiği zaman birkaç sayısı çıkmış dergidir. Hızlı bir şekilde dergi; mahiyet ve çizgi değiştirir. Başka ete kemiğe bürünme ve somutlaşma hikayesi yaşar. Teşkilatçı derken sürekli bir kurumsal model kurmanın derdindedir. İttihat Terakki Merkez Komite Azası ve son derece merkezdedir. İktidarın en tepesindeki irade Ziya Gökalp’in ağzına bakıyor. Görüşleri bir akşam konuşulur, müzakere edilir. Ertesi gün yazıya dökülür ve İttihat Terakki Ocaklarına tamim olarak gönderilir. Bu derece etkin bir yerde ve konumdadır” diye konuştu.

“Gökalp, üniversite ve siyaset arasına mesafe koydu”

Ziya Gökalp’in Darülfünun’un başına geçmek için Talat Paşa’ya şart koştuğunu ve yaşanan süreci anlatan Coşkun, şunları söyledi:

“Talat Paşa Meclis’te Ziya Gökalp’in Darülfünun’un başına geçmesini ister. Ertesi gün Talat Paşa’yı ziyarete gider. Darülfünun’un başında olmayı bir şartla kabul eder. Fırkanın hiçbir şekilde Darülfünun’a karışmaması şartıyla kabul eder. Zaman zaman buna müdahale edilmek istense de buna şiddetle karşı durur ve müdahale eder. Bu üniversite tarihinde çok ciddi bir şeydir. Ancak 1933’te kırılmıştır. İkinci bir nokta; Gökalp, Darülfünun’da muhalifleri ile çalışma başarısı göstermiştir. Gökalp, özgürlükçü birisi değildir. Memleketin yetişmiş uzman insana ihtiyacı vardır. Yani yüz fikir açılsın; hakikat çatışmadan doğsun değil. Somut insan yetişmesine ihtiyaç vardır. Onun içinde Satı Bey mi biliyor Satı Bey. Kim biliyorsa onları yetiştirme, geleceğe kalmasında bir şeydir. Liberal ortamdan bahsetmiyoruz. Doğrudan toplumsal soruna çözüm getirme anlamında iş birliklerini örgütlüyor ve o performansını sergiliyor. Siyaset ile olan mesafenin korunması Türk üniversite sisteminde oldukça kıymetlidir. Üniversite olarak siyasete ahkam kesme ya da siyasetin sürekli bir alkış ihtiyacı içerisine girme noktası Gökalp döneminde Darülfünün bambaşka bir karakter sergiler.”

Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karakaş’ın başkanlığında “Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp’i Yeniden Düşünme” temasıyla gerçekleştirilen oturumun ardından Prof. Dr. Karakaş tarafından Prof. Dr. İsmail Coşkun, Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı ve Prof. Dr. Hacı Bayram Kaçmazoğlu’na teşekkür belgesi takdim edildi.

“Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp’i Yeniden Düşünme” açılış oturumunun ardından eş zamanlı gerçekleştirilen oturumlara geçildi.

04 Ekim 2024, Cuma 299 kez görüntülendi