Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığı tarafından “97. Yılında Cumhuriyeti Anlamak” paneli çevrim içi olarak düzenlendi.
Afyon Kocatepe Üniversitesi Youtube sayfasından yayınlanan ve moderatorlüğünü Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gürsoy Şahin’in yaptığı panelde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Altıntaş ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sadık Sarısaman konuşmacı olarak yer aldı.
Panelde “Cumhuriyet Kavramı” başlıklı konuşma yapan Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gürsoy Şahin, Aristo’dan beri filozofların, bilginlerin ve toplumların insanları mutlu etmek üstüne çeşitli fikirler geliştirdiklerini dile getirdi. Şahin, “Aristo’dan beri yaklaşık 2 bin 400 yıldır filozoflar, bilginler, toplumların ve insanların nasıl mutlu olabileceği ile ilgili çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir. Cumhuriyet diye tanımlayabileceğimiz, halkın yönetime katılması gerektiği ile ilgili bir çaba, bir düşünce oluşturulmaya çalışılmıştır. Aristo’dan itibaren başlayan bu arayış, zaman içerisinde farklı coğrafyalarda farklı anlamlar kazanmıştır. Aristo’nun beklediği ve umduğu şey aslında şehir devletinde, hem şehirlilerin, vatandaşların yönetime katılmasıyla ilgili bir çabayken; bu Fransız İhtilaline kadar dönüşüyor, eviriliyor ve Fransız İhtilali ile birlikte şehir devleti ya da şehir devlete dönüşüyor, oradaki vatandaş da millete dönüşüyor” diye konuştu.
Cumhuriyet fikrinin zaman içerisinde çeşitli anlamlar kazandığını belirten Şahin, konuşmasına şöyle devam etti:
“Bir süreç sonucunda cumhuriyet kavramının çeşitli anlamlar kazandığını, farklı coğrafyalarda da toplumların geçmişten getirdiği kültürleri, gelenek ve medeniyetlerini de bu yönetim anlayışına katarak bir takım farklı kavramlar içeren cumhuriyet tanımları yapılmıştır. Örneğin Türkiye’deki cumhuriyet düşüncesinin içeriği ile farklı bir ülkedeki cumhuriyetin birebir aynı olmadığını söylemek lazım. 18. yüzyılda ise Arapça ‘cumhur’ kelimesinden dilimize kelime olarak geçtiğini görüyoruz. Burada Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucu kadroları ya da 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı aydını, Fransız İhtilali ile birlikte millet kavramı, yönetime ortak olma, cumhuriyet gibi düşünceleri yavaş yavaş tartışmaya başlıyor. Avrupa’ya giden ve gelen öğrenciler ile elçiler ile devlet görevlileri Osmanlı toplumu ile Osmanlı aydınları arasında bu fikrin yayılmasına etki ediyorlar. Tercüme eserleri de burada zikretmek gerekiyor, Avrupa’da yazılmış birçok eserin tercüme edildiğini ve bu yolla da Osmanlı aydınları arasında fikirlerin konuşulduğunu ve tartışıldığını görüyoruz. Bu fikri destekleyen ya da konuşulması gerektiğini düşünenler vardı, tamamen karşı çıkanlar da vardı. Yani o dönemde bütün aydınlar ve toplum hep birlikte bu fikre sahip çıkmadı. Zaman içerisinde bu kavramın içeriğinin şekillendiğini ve 1923 yılında cumhuriyetin ilan edildiğinde Türk kültürüne, Türk tarihine, Türk medeniyetine ve Türk milletinin karakterine en uygun şekilde nasıl adapte edilecekse o şekilde adapte edildiğini görüyoruz.”
Cumhuriyet fikri kolayca ortaya çıkmadı
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Altıntaş ise “Cumhuriyete Giden Süreç” başlıklı konuşma yaptı. Konuşmasında cumhuriyet fikrinin kolay bir şekilde ortaya çıkmadığını dile getiren Altıntaş; Osmanlı Devletinde, özellikle Tanzimat’tan sonra ortaya çıkan batılılaşma isteğinin etkilerinin en çok eğitim hayatına yansıdığını belirtti. Mustafa Kemal Atatürk’ün o dönemdeki en parlak subaylardan birisi olduğunu ve çok iyi bir eğitim aldığını dile getiren Altıntaş, “Mustafa Kemal zaten bu eğitim hayatına yansıyan kurumların içerisinde askeri rüştiye, askeri idadi, harbiye ve daha sonra harp akademilerinde eğitim görmüş bir Osmanlı subayıydı. Dolayısıyla o atmosfer içerisinde Fransız İhtilalinden etkilenmemeniz mümkün değildi. O dönemin dünya dili olarak Osmanlı aydınları tarafından kabul edilen Fransızca da etkiliydi. Dolayısıyla Fransızca öğrenilmeye çalışılırken Fransız kültürü, Fransız siyasi düşüncesini de Mustafa Kemal ve arkadaşları edinmiş oldular. Fransız İhtilalinin ortaya koyduğu üç temel esas vardı; hürriyet, eşitlik ve kardeşlik kavramları. O dönemdeki centilmen subaylar grubu olarak tanımlanan jenerasyonun içerisindeki en parlak örneklerden bir tanesi de Mustafa Kemal’di” şeklinde konuştu.
Cumhuriyetin ilan edilme sürecinin son dönemlerine de değinen Altıntaş, konuşmasına şöyle devam etti:
“22 Eylül 1923’te Avusturya’da yayınlanan bir gazetede Mustafa Kemal, cumhuriyet ismini zikretmeden halk egemenliğine dayalı bir devlet yapılanmasından söz ediyor. Bizim devletin şeklini netleştirmemiz lazım. Bununla birlikte Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti 9 Eylül 1923 tarihinde kendisini feshediyor ve Halk Fırkasını kuruyorlar. Burada Mustafa Kemal’in meclis tecrübeleri de önemli tabii ki. Bunun arkasından ise yönetim şehrini belirleme konusunun olgunlaştırıldığını görüyoruz. 13 Ekim 1923 tarihi devletin yönetim merkezi Ankara olarak netleştiriliyor. Daha sonra Ali Fuat Paşa görevinden istifa ediyor, orduda görev almak istediğini söylüyor. Böylece bir seçim yapılması gerekiyor. Bu seçim esnasında Mustafa Kemal, Rauf Bey ve arkadaşlarını mecliste kendi düşünceleri çerçevesinde bir yapılanma içerisine girmeye çalıştıklarını fark ediyor. Bunun sonucu olarak da yakın arkadaşlarına yönetimde görev almamalarını öneren bir telkinde bulunuyor. ‘Efendiler yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’ cümlesindeki hazırlığı yaklaşık 4 aylık bir geçmişe dayalıdır. 28 Ekim akşamı ise Mustafa Kemal, İsmet Paşa’yı, Fevzi Paşa’yı, Ruşen Eşraf Ünaydın’ı, Kazım Özalp’ı, Kemalettin Sami Paşa’yı çağırarak Çankaya’da son değerlendirmeler yapılarak kullanıyor. Burada Fevzi Çakmak Paşa’nın desteği son derece önemlidir, orduyu elinde tuttuğunu net olarak biliyoruz. Aynı zamanda Fevzi Paşa muhafazakarlığı ile tanınan birisidir. Dolayısıyla Mustafa Kemal de bu dengeleri çok iyi bilen bir asker ve siyaset adamı. Ertesi gün ise 29 Ekim’de görüşmeler başlıyor. İsmet Paşa bir önerge veriyor bu konuda, oylanıyor ve cumhuriyet ilan ediliyor.”
Millet bir olmak demek
“Cumhuriyetin Türk Toplumuna Kazandırdıkları” başlıklı sunumu yapan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sadık Sarısaman ise cumhuriyet idaresinin meşruti idareden farklı olduğunu ifade etti. İki yönetimin farklılıklarının Mustafa Kemal Atatürk tarafından cumhuriyetin kuruluşundan itibaren hissettirilmeye çalışıldığını dile getiren Sarısaman, “Bunlardan en önemlisi milletleşmektir. Milletleşmek, uranyum madenindeki nükleer enerjiyi çıkarmak olarak somutlaştırıyorum ben. Uranyum madenindeki enerjiyi çıkarmazsanız o orada kalır. Millet bir olmak demektir, bütün olmak demektir. Aynı değerler etrafında birleşmek demektir. Bu bakımdan milletleşmek çok önemlidir. Osmanlı dönemindeki mantıktan tamamen farklılaşmıştır. O dönemde Osmanlıcılık ve evvelinde de ümmetçiliği görüyoruz. Bir ümmet mensubu olanlar, Müslümanlar tek bir millet olabildi mi? Osmanlı’nın klasik bakışında millet olarak görülürdü ama dünyadaki değişimler böyle olmadığını gösterdi. Yani Müslümanlar da Müslüman olmalarına rağmen mezheplere, coğrafyalara, ırklara göre bölündü” dedi.
Cumhuriyetin kazanımlarını en net şekilde kadın hakları ve eğitim konularında gördüğünü dile getiren Sarısaman, konuşmasına şöyle devam etti:
“Toplum sadece erkeklerden oluşmuyor. Kadın hakları toplumun yarısını ilgilendiriyor. Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında ‘Toplumun yarısı zincirlerle yere bağlı oldukça, tamamının göklere yükselmesi mümkün müdür?’ diyor. Buna istinaden kadınlara o dönemde çağının ötesinde haklar verilmiştir. Bu, Mustafa Kemal’in ileri görüşlülüğünün bir neticesidir. Mesela Medeni Kanun üzerinde muhakkak konuşmak gerekiyor. Osmanlı’da o dönemde şerri hukuk geçerli. Şerri hukukta boşama hakkı, birkaç istisna hariç erkeğe aittir. Medeni kanunda ise erkeğe verilen boşanma hakkının tamamı kadına da verilmiştir. Bugün bir kadın mahkemeye giderse bu konuyla ilgili mahkeme bunu değerlendiriyor. Tabii ailenin dağılmaması çabaları mahkemelerde oluyor ama netice itibariyle kadının başvurma ve nihayetinde boşanma hakkı var. Bunun dışında en önemlisi çok kadınla evliliğin Medeni Kanun ile yasaklanmasıdır. Aslında İslam dini de tek kadınla evliliğe teşvik eder. Bununla beraber kadına şahitlikte eşitlik hakkı verilmiştir, mirasta eşitlik gibi haklar da vardır. Bunlar aile hayatı ile ilgili olanlardır. Bir de siyasi hayatla ilgili olanlar vardır. Avrupa’da bile çoğu ülkede bu hak verilmeden evvel Türkiye’de kadınlara bu hak verildi. Eğitim öğretime baktığımızda ise Tanzimat’tan beri devletin önemsediği ama uygulayamadığı bir husus haline gelmişti. Bütün bunlara rağmen Osmanlı Devleti sona erdiğinde okuma yazma oranının yüzde 10 olduğunu söylenir ama yüzde 4-5’i geçtiğini sanmıyorum ben. Çünkü Osmanlıca okumak kolaydır ama yazmak zordur. O okuryazar denilenlerin büyük bir çoğunluğu okuyabiliyordu ama yazamıyordu. Bu yüzden okuryazar oranının yüzde 10 olduğunu düşünmüyorum ben. Dolayısıyla cumhuriyet idaresi bir kültür meselesini, bir eğitim meselesini halletmeye çalıştı. Bunun için de harf inkılabı yapıldı. Bunun ilk sebebi dahil olunmak istenen medeniyetin şifresi olarak düşünülüyordu. İkinci olarak ise okuma yazmadaki güçlüktü.”