Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü ve Sosyal Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi (AKUSAM) tarafından düzenlenen “Sosyoloji Konuşmaları” kapsamında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ramazan Yelken, “Sosyolojik Açıdan Cemaat” konusunu anlattı.

AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Bedir Sala’nın moderatörlüğünü yaptığı, AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş’ın da katıldığı çevrim içi konferansta Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ramazan Yelken “Sosyolojik Açıdan Cemaat” konulu bir konferans verdi. Her insanın bir cemaat içinde doğduğunu, cemaat kavramının sosyolojinin temel kavramı olduğunu dile getiren Yelken, “Sosyolojinin ilk giriş derslerinde biz genelde, sosyoloji toplumun bilimidir, diye derslere giriş yaparız. Aslında şöyle demek lazım; sosyoloji toplumsal ilişkilerin bilimi. Yani toplumsal ilişkileri toplumsal kümeleşmelerin, toplumsal birlikteliklerin bilimidir. Bu birlikteliklerinden birisi cemaat. Dolayısıyla her insan bir cemaat içine doğar. Her insan bir toplum içine doğar deriz. Bu şirket, aile, klan, kabile gibi birçok birlikteliklerden birisi olan ve nitelikleri ile farklılaşan sosyolojik olgunun içerisine insan doğuyor” diye konuştu.

Aile, cemaatin en temel toplumsal formlarından

İnsanların ilk doğduğu cemaatin aile olduğunu söyleyen Yelken, “Aile, cemaatin en temel toplumsal formlarından birincisi diyebiliriz. Cemaatin, bu anlamda bizler diyebileceğimiz, biz diyebileceğimiz bir grup olduğunu hemen anlıyoruz. Yani bizlerin dışında bir de diğeri ise ötekiler olan sizler var. Hepimizin biz diyebildiğimiz gruplarımız vardır. Gevşek, örgülü, uzun süreli ya da kısa vadeli ilişkiler. Bu anlamda bizlerin dışında bir de sizler ötekiler var. Yani ötekiler biraz daha uzak tabi şimdi bizler ve sizler hepsi birlikte toplumu oluşturuyor. Yani biz, bazı ilişkilerimize ötekiler sizler diyoruz” dedi.

Biz ve siz toplumu oluşturur

Sosyolojinin toplumsal ilişkileri ve toplumsal bütünleşmeleri incelediğini söylemenin daha doğru olacağını ifade eden Yelken, şunları kaydetti:

“Buradan yola çıktığımız zaman cemaati ne kadar geniş düşündüğümüzü görüyorsunuz. Bizler, sizlerle kaynaştıkça yani bizler ve sizler dediğimiz o gruplaşmalar birlikte oldukça toplumu oluşturuyor. Sizler bizleri tanımlayan diğer yarımız. Ya da tersinden bakacak olursak bizi tanımlayan dışarıda kalmış sizler, bizi tanımlıyor. Fakat sizler, ötekiler olmaya başladığı zaman bu farklılaşıyor. Ötekileştirmeye başladığımız zaman hem cemaat hem de toplumsal gruplar yıkıcı kozasını örüyor. Zygmunt Bauman diyor ki; cemaat şiddetli yağmurda altına sığındığımız bir saçak, dondurucu soğukta içinden çıkmak istemediğimiz şömineli bir oda gibidir. Aslında  gerçekte var olan cemaat hizmetleri karşılında katı bir itaat bekler. Cemaat, bu anlamda güvenli olmayan bir dünyada güvenlik arayışı. Bu arayışın bedeli de özgürlük olarak ödenir. Cemaatte burada hem kopamadığımız sıcak ve şefkatli yuvayı arıyoruz ama aynı zamanda da özgürlüğümüzü kaybetmek gibi bir korku ile de iç içe giriyor.”

Cemaati duygusal bağlar oluşturuyor

Cemaati tanımlayıcı en önemli şeyin duygusal bağlarla temelli sizli, bizli değil de senli benli samimi ilişki biçimi olduğunu vurgulayan Yelken, “Bu ilişki biçimine ağlara ve sosyolojik bütünleşmelere biz cemaat diyoruz. Bu bazen aile olabiliyor, bazen dini cemaat, bazen de komşuluk oluyor. Buradan yola çıkarsak klasik sosyolojinin handikabı var. İşte klasik sosyologların inandığı gibi cemaat yalnızca geleneksel dünyaya ait bir olgu gibi görülmüş ve modernleşme ile birlikte yok olacağı varsayılmış. Klasik sosyologlar, cemaatin yok olacağını ve zaman içerisinde söneceğini modernleşme ile birlikte bu anlamda farklı yapıların yerini cemaatten, cemiyete geçileceğini öngörüyorlar” ifadelerini kullandı.

Cemaat sosyolojik bir olgudur

Cemaat ile birlikte bir kavramın daha olduğunu belirten Yelken,  “Her türlü cemaatin bir de ‘cemaatçilik’ diyebileceğimiz bir olgusu var. Negatif anlam yüklenen şey,  sosyolojide pozitif ya da negatif bir anlam taşımaz. Sosyologlar, bakış açılarına göre negatif ya da pozitif anlam yüklerler. Cemaat sosyolojik bir olgudur. Bunun iyi ya da kötü olması ya da negatif veya pozitif olması cemaatçilik kavramı ile birlikte ortaya çıkan bir şey” diye konuştu.

Modernleşme ile cemaat cemiyete dönüşüyor

Sosyolojik olgu gereği aile, köy, şehir, site devleti gibi kurulan birliklerin olduğunu söyleyen Yelken, konuşmasına şöyle devam etti:

“Aristo, doğa yasası gereği kurulan birliklerin olduğunu söyler. Bunların başlangıcı ailedir. Sonra köy oluşur, giderek site devleti, polis devleti buna yurttaşlar cemaati diyor. Aristo, Politika adlı eserinde böyle ortaya koyuyor. Cemaat olgusunun Aristo’daki karşılığı budur. İbn-i Haldun’a baktığımız zaman ise onda ‘asabiye’ kavramı var. Asabiye kavramı , doğal irade kavramına çok benziyor. Daha çok cemaati kuran iradeye benziyor. İbn-i Haldun da bir de ‘bedevilik’ kavramı var. Bu bedevilik kavramı da bedevi durum yani bedeviliğinin inşa ettiği toplumsal yapı tam da cemaat karşılığına geliyor. Yine İbn-i Haldun da ‘hazirilik’ kavramı var medeni ya da medine ile ifade ediliyor. Bu da cemiyete  karşılık geliyor. Ferdinand Tönnies de ise insan da doğuştan iki çeşit irade var diyor. Birincisi; doğal irade işte bu irade cemaati kuran doğal irade yani insanın duygusal iradesi. İkincisi ise akılcı irade.  Bu da cemiyeti kuruyor. Klasik sosyologların en önemli özelliklerinden birisi de kavramları dikatomik olarak ortaya koymaları işte cemaat ve cemiyet burada eleştirebileceğimiz bir şekilde yer alıyor. Daha sonra bu dikatomik şeyden vazgeçildi. Çünkü sosyolojik süreçler iç içe geçmiştir. Bir birleri ile sürekli çatışma halinde çatışma karşı zıtlıkla açıklamak klasik sosyolojinin en  önemli  yaklaşım biçimlerinden birisidir. Bu nedenle cemaat karşısındaki cemiyet ile birlikte kuruluyor. Cemaatin duygusal iradesi modernleşme ile değiştikçe rasyonelleştikçe cemaat, cemiyete yani sözleşmeli bir topluma doğru yönelir.”

Topluluk kavramının cemaati tam olarak karşılamadığını anlatan Yelken, şunları söyledi:

“Topluluk, sanki tesadüfen bir araya gelmiş kalabalıkları, bir yığını anlatır. Topluluk bu anlamda tam karşılamıyor.  Biz sosyologlar olarak ısrarla cemaat kavramını kullanmamız gerekiyor cemaat tam da sosyolojide bu kavramı karşılayan bir kavram. Ferdinand Tönnies, doğal iradeden kaynaklanan üç tüp bağımlılık biçiminin, üç tip cemaat oluşturduğunu söylüyor. Aslında cemaatlerin 3 tane kurucu öğesi var. Birincisi; kan bağı ile oluşan aile. Aile bütün dünyada aynı değildir. Afrika için bir klandır. Başka toplumlarda ise aşiretin kendisi bir ailedir ya da büyük sülaledir. Bu anlamda bu birliktelikler gördüğünüz gibi kan bağı cemaatini oluşturuyor. İkincisi ise mekana dayalı olarak oluşuyor. Yani yer cemaati dediğimiz mesela komşuluk, vatanseverlik, ya da köy, köyde herkes birbirini tanır biz deriz. Yine cemaatin kurucu öğelerinden üçüncüsü de fikirdir. Mesela dostluk bir fikirdir. İşte en çok konuşulan  dini cemaatler buraya bağlıdır.”

“Her cemaat tarikat değildir, ama her tarikat cemaattir”

Tarikat ve cemaat kavramlarının karıştırıldığını, sosyolojik açıdan tarikatların cemaat olduğunu vurgulayan Yelken, konuşmasına şöyle devam etti:

“Tarikat ile cemaat karıştırılır. Sosyolojik açıdan tarikatlarda birer cemaattir. Ama tarikatlar daha özel ve geleneksel ritüellerle, dini coşkuyu yaşayan daha özel ritüelleri olan dini cemaatlerdir. Her cemaat tarikat değildir, ama her tarikat cemaattir. Diğer cemaatler tarikat değildir. Özel bir ritüeli yoktur ama benzer dini coşkuyu veya dini fikri birlikte paylaşırlar. Daha sıkı fıkı ilişkileri vardır. Biz sosyologları ilgilendiren kısım cemaatin tarikat falan olmasından öte oradaki ilişki biçimdir. Ferdinand Tönnies en önemli eseri Cemaatten Cemiyete eserinde modernleşme ile birlikte doğal iradeden kaynaklanan bağımlılık biçimleri yani cemaat önemini kaybedecek insanda akılcı irade ve ondan kaynaklanan yapı yani cemiyet topluma hakim olacaktı. Bunu çeşitli sosyologlar cemaatin kaybı, cemaatin yitimi, cemaatin yok oluşu gibi kavramlarla karşılar. Ama süreç böyle işlemedi cemaat sürekli dönüşerek yeni formlar içinde var olduğunu biliyoruz.”

Günümüzde cemaat kavramına negatif anlamlar yüklendiğini ifade eden Yelken, şunları kaydetti:

“Cemaat bugün çok negatif anlamlar taşıyor. Ama söylediğim gibi cemaat kavramı sosyolojide bir olgudur. Bir sosyolog açısından  bu bir negatif ya da bir pozitif anlamı söz konusu olmaz. Tıpkı aile gibi aile bir cemaat dedik ya aileye nasıl baktığınıza bağlı. Aile sevginin ve şefkatin yuvası da olabilir ya da aile, aile içi şiddetin ya da kurtulamayacağınız sizde derin izler bırakan daha sonra çocukluğunuzdan sonra yetişkinliğinizde yaşadığınız şiddetin kaynağı da olabilir. Travmalarınızın merkezi de olabilir. Sevginin, şefkatin sizin kişiliğinizi bütünleyen bir mekan da olabilir o bakımdan aile nasıl ve ne şekilde kuruluyor ve işletiliyorsa cemaatte böyle. Bu anlamda aile ileride bir silahlı terör örgütüne de dönüşebilir buna mafya diyoruz. Aynı sıcak aile ötekilere karşı kurulmaya başlarsa yani kendisini merkeze almaya başlar ötekilerine karşı bir mekanizma oluşturmaya başlarsa bir mafya da olabilir.”

Sosyolojik olgular yasaklandığı zaman varlıklarını farklı şekilde devam ettirir

Osmanlı Devletinden, Cumhuriyete cemaat kavramının dönüşümünü anlatan Yelken, şunları söyledi:

“Osmanlı toplum yapısı iki sistem üzerine oturdu. Toprak ve üstündeki insanı sistemleyen iki sistem Osmanlı bu ikisini bir esasa oturtturmuş birisi ‘tımar sistemi’ yani toprak sistemi diğeri de millet sistemi Bu tımar sisteminde mülkiyeti vermemiş. Mülkiyet esasına dayanmıyor. Daha sonra toprak sistemi çürüdüğü için derebeylik ya da toprak sahipliği oluşmuş tabi vergiye bağlamış toprağın işletilmesine dayamış üzerinde yaşayacak insanları da ‘millet sistemi’ dediği millet burada din anlamı taşıyor cemaat esasına dayandırıyor. Cemaatine göre tanımlıyor. Dolayısıyla Osmanlı beşeri sistemini cemaat üzerine kurulmuş bir sistem olarak görüyorum. Yani Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte aslında bir cemaat sistemi devraldık. Cumhuriyetle birlikte biz çok kültürlü, çok dinli çok etnisiteli bir yapı aldık. Bu yapı, temelde cemaatlere dayalı bir yapıydı ama cumhuriyetle birlikte bu yapı dağıldı. Cumhuriyetle birlikte radikal kültürel bir değişme yaşadık. Batılılaşma süreci ve cumhuriyet devrimleri tarikat ve cemaatler yasaklandı. Sosyolojik açıdan anlamı ise kamusal alanın dışına itildi. Devlet resmi ideolojisi ile bir kamusal alan yaptı.  Kamusal alan aslında biziz toplumun özgürce iletişimde bulunduğu bir alandır. Ama kamusal alanın üzerine devlet ya da kamusal alanı meydana getiren ekonomik örgütlenmelerden, dini örgütlenmelerden ya da siyasal örgütlenmelerinden daha güçlü olanları egemenlik kurarsa kamusal alan üzerinde baskı oluşur ve diğer kamusal alan mensupları olanlar ona göre şekillenmeye biçimlenmeye başlar bu özgür kamusal alan iletişimi değildir. Cumhuriyetle birlikte cemaatler ya da tarikatlar dışladığınız ya da yasakladığınız zaman yok mu oluyor bu sosyolojik olgular? Sosyolojik olgular yasa ile yasakladığınız zaman yok olmazlar sosyolojik varlıklarını farklı bir şekilde devam ettirirler. Yani kamusal alanda değil de mesela kamusal alanda farklı bir görünüm sergilerler biz buna sosyolojide alternatif kamusal alanlar oluşturma diyoruz. Yani hepimiz iletişimde bulunduğu kamusal alanda başka bir görünüm kendi oluşturdukları alanda farklı bir görünüm bu çifte bir kişilik oluşturdu. Bu aslında patolojik bir durum. Aslında kamusal alanda özgür bir şekilde bulunamayan hepimiz bir ucundan farklı ideolojilere farklı kimliklere sahip olmamızdan kaynaklanan devletin tek tip resmi ideolojisi ve kamusal alanı üstünde baskı kurduğu bir kamusal alan varsa bizde iki yüzlü kişilikler oluşturuyoruz demektir. Toplumun birçoğu devletin tanımladığı kamusal alanda farklı kimlik ve kişilikler, alternatif kamusallıklarda daraltılmış, baskılanmış kamusallıklarda ise farklı kimlikler ve kişilikler oluşur. Bu toplumsal çatışma demektir. Uzun süre bu çatışma devam etti halen de Türkiye toplumsal yapısı ve kamusal alanı bu çatışmayı yaşıyor. Türkiye’deki dini yapılar ve diğer ideolojik yapılarda bu çatışmayı yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Cemaatlerle tarikatlar bu çatışmayı halen yaşıyorlar. Ama 1980’lerden sonra bilhassa 1990’lardan sonra devletin ideolojik baskısı biraz daha kalktı. Kamusal alanda biraz sivilleşme başladı. İste bundan sonra bu bastırılan kamusal alanda daha çok görünür olmaya daha çok kamusal alanı kaplamaya başladılar. Bu kamusal alanın üzerindeki baskının kalkmasıyla birlikte görünür olmayla birlikte yeni bir cemaat ve tarikat tartışması başladı. Zaten hep vardı ama bu tartışma yepyeni bir biçime büründü.”

Cemaat ve tarikatlar sivil alanda yer almalı

Cemaat ve tarikatların sivil bir örgüt olduğunu belirten Yelken, “Cemaat ve tarikatlar sivil örgütlerdir. Sivil alanda yer alması gerekir. Ama sorun burada doğuyor. Cemaat ya da tarikat sivil alandan ekonomik alana ya da siyasal alanda rekabet alanını bozar. Güçlü birlikteliği, dayanışmayı ekonomik alanda diğerlerinin aleyhinde kullanmaya başlar ve rekabeti tersine çevirir ve holdingleşmeye başlarsa ya da bunun yanında bu güce ek olarak bir de siyasal alana el atar siyasal alanda cemaat dayanışmasını orda da kullanmaya başlar iktidar ilişkilerini biçimlendirmeye kalkarsa sorun burada doğar. Bu aile içinde geçerli aile o güçlü dayanışmasını mafyaya dönüştürürse yine aynı sorun ortaya çıkar” ifadelerini kullandı.

Konferans soru cevabın ardından sona erdi.

17 Ocak 2021, Pazar 420 kez görüntülendi